6 Aralık 2016 Salı

YUDUM YUDUM SEVDAYIM/2016.12.06/11:21:07

YUDUM YUDUM SEVDAYIM/2016.12.06/11:21:07-6 Ara 2016 tarihinde yayınlandı
NİHAVEND Şarkı-Usulü: DÜYEK
Söz: Dr. Bekir MUTLU-Müzik: Erdoğan BERKER
YUDUM YUDUM SEVDAYIM
1-) Gönlüm çiçek aşk bağında sevmesini bilmedin
Kalbim sana aşk köprüsü geçmesini bilmedin
(NAKARAT)
Yudum yudum sevdayım ben içmesini bilmedin
Zaman değil sevgilim geçip giden habersiz
Ömrün en güzel çağı geçiyor inan sensiz
2-) Sevda dolu gözlerinde bakmasını bilmedin
Kalbim ocak aşkın ateş yakmasını bilmedin
(NAKARAT)
3-) Yıllar yılı bekliyorum gelmesini bilmedin
Canım gibi sevdim seni kıymetini bilmedin
(NAKARAT)
Yüksek Mühendis Erdoğan BERKER

4 Aralık 2016 Pazar

GAM ÇEKME GÜZEL/2016.03.24.17:19:13

GAM ÇEKME GÜZEL/2016.03.24.17:19:13-ACEMAŞİRAN Şarkı-Usulü: CURCUNA-TRT=4506
Söz: Faruk Nafiz ÇAMLIBEL-Müzik: Arif Sami TOKER (Udi)
Gam çekme güzel, nolsa baharın sonu yazdır
Sevdaların en coştuğu yer, şimdi Boğaz'dır
Tekrar ediyor söylediğim şarkıyı dağlar
Körfezde kopan kahkahalar, Göksu'da çağlar
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GEL EY DENİZİN NAZLI/2016.03.24/17:25:53

GEL EY DENİZİN NAZLI/2016.03.24/17:25:53-ACEMAŞİRAN Şarkı-Usulü: SEMAİ-TRT=4720
Söz ve Müzik: Aleko BACANOS
Gel ey denizin nazlı kızı, nuş-ı şerab_et
Çık sahile gel sinede bir alem-i ab_et
Mestane bakışlarla beni mestü harab_et
Çık sahile gel sinede bir alem-i ab_et
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNÜL SANA TAPALI/2016.03.24/17:39:58

GÖNÜL SANA TAPALI/2016.03.24/17:39:58-ACEMAŞİRAN Şarkı-Usulü: SOFYAN-TRT=5255
Söz: Fuat Hulusi DEMİRELLİ-Müzik: Sadettin KAYNAK
Gönül sana tapalı/Kapın bana kapalı/
Şaşırmışım yolumu/Bu sevdaya sapalı/
Susayan ırmak arar/Olmaz sevende karar/
Güzelleri olmasa/Bu dünya neye yarar/
Geceme güneş olsan/Kalbimi görmüş olsan/
Unuturdum Cihanı/Bana bir Güneş olsan
Susayan ırmak arar/Olmaz sevende karar/
Güzelleri olmasa/Bu dünya neye yarar
Fuat Hulusi DEMİRELLİ
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

KİME HALİM DİYEYİM/2016.03.24/17:54:44

KİME HALİM DİYEYİM/2016.03.24/17:54:44-ACEMAŞİRAN Şarkı-Usulü: AĞIR DÜYEK-TRT=7227
Söz ve Müzik: Faize ERGİN
Kime halim diyeyim, kime feryat edeyim
Kime rüsvay olayım, kime şekva edeyim
Kime bu dağı derunum, kime ifham edeyim
Gülerek gel güleyim, kendim handan bileyim
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com
RÜSVAY: Rezil, maskara
ŞEKVA: Şikayet
DAĞ-I DERUN: Gönül yarası
İFHAM: Anlatma, bildirme
HANDAN: Gülen, mutlu, sevinçli

NİDEYİM BİLMEM ELİNDEN/2016.03.24/18:36:17

NİDEYİM BİLMEM ELİNDEN/2016.03.24/18:36:17-ACEMAŞİRAN Şarkı-Usulü: SOFYAN-TRT=7832
Söz: Vecdi BİNGÖL-Müzik: Sadettin KAYNAK
Nideyim bilmem elinden senin
Bilmem nideyim senin elinden
Feryat edeyim gönül dilinden
Acım durmaz bilmem neden
Gönüldeki ıstırabım
Vefasız seni sevmeden
Aşk hastasıyım harabım
Sensizliğim azap bana
Gözyaşlarım şarap bana
Hayatım ıstırap bana
Yanıp sönen bir serabım
Vecdi BİNGÖL
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

RUHUMDA DERİN YARALAR/2016.03.24/18:41:02

RUHUMDA DERİN YARALAR/2016.03.24/18:41:02-ACEMAŞİRAN Şarkı-Usulü: DÜYEK-TRT=8901
Söz ve Müzik:Kemal GÜRSES
1-) Ruhumda derin yaralar
Kalbimde sonsuz acılar
Gözlerime yaşlar dolar
Ah gurbet, ah gurbet
Gurbeti gezen yanar
Kalbi elemle kanar
2-) Bilinmeyen sevgi derttir
Kalplerimizde hasrettir
Bizi ayıran gurbettir
Ah gurbet, ah gurbet
Gurbeti gezen bilir
Hasreti çeken bilir
Kemal GÜRSES
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

3 Aralık 2016 Cumartesi

GÖNÜLDE BU SALTANAT/2016.03.25/21:33:48

GÖNÜLDE BU SALTANAT/2016.03.25/21:33:48-MUHAYYERKÜRDİ Şarkı-Usulü: DÜYEK-TRT=5185
Söz: Atilla BARLAS-Müzik: Erol SAYAN (Tamburi)
AŞKIM DEMİŞİM
1-) Gönülde bu saltanat/Sevginle alır kanat/
Seviyorum seni ben/Bilsin bütün kainat
(NAKARAT)
Gel kucakla sev beni/Sinende sakla beni/
Derdinle yakma beni/Gönlümden bağla beni/
Nasılsa bir sevmişim/Benim aşkım demişim/
Unutamam bir daha/Kalbimde yer vermişim/
2-) Gülerse güzel yüzün/Günlerim bahar olur/
Kaderse kavuşmamız/Ayrılık ölüm olur/
(NAKARAT)
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNÜL SEVDİYSE SENİ/2016.03.25/13:39:56

GÖNÜL SEVDİYSE SENİ/2016.03.25/13:39:56-NİHAVEND Şarkı-Usulü: DÜYEK-TRT=13014
Söz: Mehmet ERBULAN-Müzik: Musa KUMRAL
BUNDAN NE ÇIKAR
1-) Gönül sevdiyse seni/Söyle bundan ne çıkar
Öldürse aşkın beni/Bir gün bundan ne çıkar
Sevsen beni güzel yar/Benim olur dünyalar
Aşkın beni tarumar/Etse bundan ne çıkar
2-) Aşkınla solsun gülüm/Hicranla dolsun gönlüm
Seni severek ömrüm/Bitse bundan ne çıkar
Mehmet ERBULAN
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNÜL SENİ AYIK/2016.03.25/19:40:39

GÖNÜL SENİ AYIK/2016.03.25/19:40:39-ACEMAŞİRAN Şarkı-Usulü: DÜYEK-TRT=5257
Söz ve Müzik: Sadettin KAYNAK
GÖNÜL
Gönül seni ayık bulsam sorsam halin nedir diye
Aymazsın gönül
Hicran adlı saki olsam, doldursam biteviye
Doymazsın gönül
Gönül bu sevda işinden, her güzeli sevişinden
Ateşli özleyişinden, bittim eriye, eriye
Kül oldum gönül
Sadettin KAYNAK
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNÜL SANA TAPALI/2016.03.25/19:29:14

GÖNÜL SANA TAPALI/2016.03.25/19:29:14-ACEMAŞİRAN Şarkı-Usulü: SOFYAN-TRT=5255
Söz: Fuat Hulusi DEMİRELLİ-Müzik: Sadettin KAYNAK
1-) Gönül sana tapalı, kapın bana kapalı
Şaşırmışım yolumu, bu sevdaya sapalı
Susayan ırmak arar, olmaz sevende karar
Güzelleri olmasa, bu dünya neye yarar
2-) Geceme güneş olsan, kalbimi görmüş olsan
Unuturdum cihanı, bana bir güneş olsan
Susayan ırmak arar, olmaz sevende karar
Güzelleri olmasa, bu dünya neye yarar
Fuat Hulusi DEMİRELLİ
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNÜL PENCERESİNDEN/2016.03.25/18:17:42

GÖNÜL PENCERESİNDEN/2016.03.25/18:17:42-HİCAZ Şarkı-Usulü: NİM SOFYAN-TRT=5252
Söz: Şemsi BELLİ-Müzik: Muzaffer İLKAR
YAKIP GEÇTİN
1-) Gönül penceresinden ansızın bakıp geçtin
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin
Madem ki son şarkının kırık bir güftesiydim
Niçin yarım bıraktın neden bırakıp geçtin
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin
2-) Ne çok sevmiştim seni; ne çok hatırlar mısın?
Aşiyan yollarından ses versem duyar mısın?
Hala beni düşünür; ve hala ağlar mısın?
Bir bahar seli gibi, yolumdan akıp geçtin
Bir yangının külünü, yeniden yakıp geçtin
Şemsi BELLİ
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNÜL NEDİR BİLENE/2016.03.25/13:30:32

GÖNÜL NEDİR BİLENE/2016.03.25/13:30:32-NİHAVEND Şarkı-Usulü: CURCUNA-TRT=5246
Söz ve Müzik: Sadettin KAYNAK
GÖRESİM GELİR
Gönül nedir bilene, gönül veresim gelir
Gönülden bilmeyene, hissiz diyesim gelir
Aşk nedir, sevda nedir, bunu bilmek gerektir
Bunu bilen aşığı, her gün göresim gelir
Sadettin KAYNAK
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNÜL HER AKŞAM/2016.03.25/20:56:28

GÖNÜL HER AKŞAM/2016.03.25/20:56:28-KÜRDİLİHİCAZKAR Şarkı-Usulü: DÜYEK-TRT=5223
Söz: Sedat ERGİNTUĞ-Müzik: Avni ANIL
Gönül her akşam yanında görmek ister seni
Gel de kadeh, kadeh dolaştırma böyle beni
Razıyım tahta bir masada bulsam gölgeni
Gel de kadeh, kadeh dolaştırma böyle beni
Sedat ERGİNTUĞ
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNÜL GEL GİTME/2016.03.25/18:32:10

GÖNÜL GEL GİTME/2016.03.25/18:32:10-HİCAZ Şarkı-Usulü: DÜYEK-TRT=5213
Söz: Karacaoğlan-Müzik: Sadi HOŞSÖZ
1-) Gönül gel gitme gurbete
Ya gelinir, ya gelinmez
Her güzele verme meyil
Ya sevilir, ya sevilmez
2-) Yörüktür bizim atımız
Yardan ayrı muradımız
Gurbet elde kıymetimiz
Ya bilinir, ya bilinmez
Karacaoğlan
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNÜL AŞIK OLDU/2016.03.25/21:02:05

GÖNÜL AŞIK OLDU/2016.03.25/21:02:05-MUHAYYERKÜRDİ Şarkı-Usulü: SOFYAN-TRT= 5156
Söz: Mehmet ERBULAN-Müzik: Akın ÖZKAN
1-) Gönül aşık oldu sana
Gezer durur yana, yana
Uzak olsan da sen bana
Bana benden de yakınsın
2-) Gece olur düşümdesin
Bu sevdalı başımdasın
Neye baksam karşımdasın
Bana benden da yakınsın
Mehmet ERBULAN
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNLÜMÜN ŞARKISINI/2016.03.25/18:23:25

GÖNLÜMÜN ŞARKISINI/2016.03.25/18:23:25-HİCAZ Şarkı-Usulü: DÜYEK-TRT=5132
Söz ve Müzik: Muzaffer İLKAR
1-) Gönlümün şarkısını gözlerinde okurum
Sevgimin neşesini sözlerinde bulurum
Seni bir an göremezsem kederimden ölürüm
Göreyim şen yüzünü kaçma benden sevgilim
Sevgimin neşesini sözlerinde bulurum
Muzaffer İLKAR
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNLÜMÜN BİR HALİ/2016.03.25/21:17:51

GÖNLÜMÜN BİR HALİ/2016.03.25/21:17:51-UŞŞAK Şarkı-Usulü: MÜSEMMEN-TRT= 5118
Söz: Ahmet RASİM Bey-Müzik: Emin ONGAN (Kemani)
SOHBET DEĞİL
1-) Gönlümün bir hali var ki
Gam değil, kasvet değil
Neşe dersen hiç değil
Mahzun-u Firkat değil
2-) Anlatır belki bu sözler
Derdimi erbabına
Mey o mey, canan o canan
Sohbet ol sohbet değil
Ahmet RASİM Bey
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNLÜMÜ BAŞKA/2016.03.25/13:09:25

GÖNLÜMÜ BAŞKA/2016.03.25/13:09:25-NİHAVEND Şarkı-Usulü: SEMAİ-TRT= 5096
Söz ve Müzik: Melahat PARS (Udi)
UNUTSAYDIM
Gönlümü başka emellerle avutsaydım
Ne olurdu seni bir lahza unutsaydım
Ruhumu bir gece hülyasız uyutsaydım
Ne olurdu seni bir lahza unutsaydım
Melahat PARS
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNLÜMÜ AVUTAMADIM/2016.03.25/13:55:16

GÖNLÜMÜ AVUTAMADIM/2016.03.25/13:55:16-HİCAZ Şarkı-Usulü: SOFYAN-TRT=5094
Söz: H. Aydın KAYA-Müzik: Ferit SIDAL (Tamburi)
SENİ UNUTAMADIM
1-) Gönlümü avutamadım
Seni söküp atamadım
Ben ahdımı tutamadım
Yar seni unutamadım
2-) Kalksam gönlümü azada
Eski günler gelir yada
Bu nisyan dolu dünyada
Yar seni unutamadım
3-) Bahtın lütfuna ermişim
Gönlümü sana vermişim
Meğer ne çok severmişim
Yar seni unutamadım
H. Aydın KAYA
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNLÜMÜ ALDIN GÜZEL/2016.03.25/18:39:35

GÖNLÜMÜ ALDIN GÜZEL/2016.03.25/18:39:35-HİCAZ Şarkı-Usulü: DÜYEK-TRT= 5093
Söz ve Müzik: DR. Alaeddin YAVAŞÇA
1-) Gönlümü aldın güzel
Kalbimi çaldın güzel
Sevdaya saldın güzel
Gel üzme artık yeter
(NAKARAT)
Aşkımsın, dileğimsin
Baharım, çiçeğimsin
Güzelsin, hem şirinsin
Seviyorum seni ben
2-) Alev mi aşkın senin
Gül müdür pembe tenin
Hasretiyim busenin
Gel üzme artık yeter
(NAKARAT)
Dr. Alaeddin YAVAŞÇA
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

2 Aralık 2016 Cuma

GÖNLÜMLE OTURDUM/2016.03.25/12:50:25

GÖNLÜMLE OTURDUM/2016.03.25/12:50:25-NİHAVEND Şarkı-Usulü: SOFYAN-TRT=5074
Söz ve Müzik: Şekip Memduh Bey
O YERDE
1-) Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde
Sen nerdesin ey sevgili yaz günleri nerde
Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde
Sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde
2-) Akşam güneş artık deniz ufkunda silindi
Hülya gibi yalnız gezinenler koya indi
Ben kaldım uzaklarda günün sesleri dindi
gönlümle hayalet gibi ben kaldım o yerde
Şekip Memduh Bey
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNLÜME GİR DOĞ/2016.03.25/21:22:27

GÖNLÜME GİR DOĞ/2016.03.25/21:22:27-UŞŞAK Şarkı-Usulü: YÜRÜK SEMAİ-TRT: 5061
Söz: Ahmet AYMUTLU-Müzik: Yılmaz YÜKSEL (Udi)
SÖNDÜ EMEL
1-) Gönlüme gir doğ güneşim
Kalbimi yak aşk ateşim
Kimsesizim yoktur eşim
Yandı hayat söndü emel
2-) Koyda yanan bir ışığım
Bir kuruyan sarmaşığım
Kalbe akan hıçkırığım
Yandı hayat söndü emel
3-) İçtim elem ırmağını
Gezdim o sevda bağını
Koklamadım zambağını
Yandı hayat, söndü emel
Ahmet AYMUTLU
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNLÜM YARALI_02/2016.03.25/19:10:45

GÖNLÜM YARALI_02/2016.03.25/19:10:45-HİCAZ UZZAL Şarkı-Usulü: TÜRK AKSAĞI-TRT= 5142
Söz ve Müzik: Hacı, Udi Kadri ŞENÇALAR
SENİ SORDU
Gönlüm yaralı, bilmiyorum yar bana n'oldu
Gül renkli yüzüm, aşkın için bak yine soldu
Artık yetişir, hasretimiz yılları buldu
Vallahi inan, dertli gönül, hep seni sordu
Hacı, Udi Kadri ŞENÇALAR
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNLÜM YARALI_01/2016.03.25/19:03:12

GÖNLÜM YARALI_01/2016.03.25/19:03:12-HİCAZ UZZAL Şarkı-Usulü: TÜRK AKSAĞI-TRT= 5142
Söz ve Müzik: Hacı, Udi Kadri ŞENÇALAR
SENİ SORDU
Gönlüm yaralı, bilmiyorum yar bana n'oldu
Gül renkli yüzüm, aşkın için bak yine soldu
Artık yetişir, hasretimiz yılları buldu
Vallahi inan, dertli gönül, hep seni sordu
Hacı, Udi Kadri ŞENÇALAR
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNLÜM ÇİÇEK AŞK/2016.03.25/12:59:53

GÖNLÜM ÇİÇEK AŞK/2016.03.25/12:59:53-NİHAVEND Şarkı-Usulü: DÜYEK-TRT=5040
Müzik: Erdoğan BERKER-Söz: Bekir MUTLU
YUDUM, YUDUM SEVDAYIM
1-) Gönlüm çiçek aşk bağında, seçmesini bilmedin
Kalbim sana aşk köprüsü, geçmesini bilmedin
(NAKARAT)
Yudum, yudum sevdayım ben, içmesini bilmedin
Zaman değil sevgilim, geçip giden habersiz
Ömrün en güzel çağı, geçiyor inan sensiz
2-) Sevda dolu gözlerinde, bakmasını bilmedin
Kalbim ocak; aşkın ateş, yakmasını bilmedin
(NAKARAT)
3-) Yıllar yılı bekliyorum, gelmesini bilmedin
Canım gibi sevdim seni, kıymetini bilmedin
(NAKARAT)
Doktor Bekir MUTLU
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNLÜM SEHER YELİ/2016.03.25/20:50:18

GÖNLÜM SEHER YELİ/2016.03.25/20:50:18-HÜZZAM Şarkı-Usulü: AKSAK-TRT= 5086
Söz ve Müzik: Sadettin KAYNAK
SEHER YELİ
1-) Gönlüm seher yeli gibi
Daldan dala essem diyor
Coşsam bahar seli gibi
Setler yıkıp geçsem diyor
2-) Hazan vakti erişmeden
Ecel gelip yetişmeden
O çeşmeden, bu çeşmeden
Kana, kana içsem diyor
3-) Bugün gördüm iki civan
Dizimde kalmadı derman
Biri candır, biri canan
Hangisini seçsem diyor
Sadettin KAYNAK
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNLÜM NİCE BİR/2016.03.25/20:26:31

GÖNLÜM NİCE BİR/2016.03.25/20:26:31-HÜZZAM Şarkı-Usulü: AĞIR SENGİN SEMAİ-TRT= 5077
Müzik: Mustafa Nafiz IRMAK-Söz: Vecdi BİNGÖL
DOĞAN AYSIN
Gönlüm nice bir senden uzak günleri saysın
Sen ufkuma aşkınla beraber doğan aysın
Güldükçe yüzün, gönlüme mehtabını yaysın
Sen ufkuma aşkınla beraber doğan aysın
Vecdi BİNGÖL
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

GÖNLÜMDE ÖZLEMİNLE/2016.03.25/20:33:34

GÖNLÜMDE ÖZLEMİNLE/2016.03.25/20:33:34-HÜZZAM Şarkı-Usulü: DÜYEK-TRT= 5055
Müzik: Necdet TOKATLIOĞLU (Udi)-Söz: Şadi KURTULUŞ
BEKLEDEDİĞİN YERDE
Gönlümde özleminle yolunu bekliyorum
Bitmeyen sevgilerle bekle dediğin yerde
Daha kaç yıl sürecek beklemek bilmiyorum
Ömrümü vereceğim bekle dediğin yerde
Bir gün solan çiçekler seninle renklenecek
Elbet gönüllerimiz gözlerimiz gülecek
Uzak değil o günler, çok yakında gelecek
O günü bekliyorum, bekle dediğin yerde
Şadi KURTULUŞ
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

A. B. C. Yİ OKUMAYI/2016.03.25/12:00:34

A. B. C. Yİ OKUMAYI/2016.03.25/12:00:34-HİCAZ-ZİRGÜLELİ Çocuk Şarkısı-Usulü: NİM SOFYAN-TRT= 13914
Söz ve Müzik: İ. Hakkı ÖZBİLGİN
ÖĞRETMENİM
1-) A. B. C. yi; okumayı,
Sen_öğrettin öğretmenim!..
İyiyi; güzeli her şeyi,
Sen_öğrettin öğretmenim!..
2-) Vatan, millet ne demektir,
Onur, zillet ne demektir,
Aşk, fazilet ne demektir,
Sen_öğrettin öğretmenim!..

3-) Sevmeyi ve sevilmeyi,
Yurduma kanat germeyi,
Onun için can vermeyi,
Sen_öğrettin öğretmenim!..
4-) Yurtta, cihanda barışı,
Mutlu sonlara varışı,
Medeniyetle yarışı,
Sen_öğrettin öğretmenim!..
5-) Atatürk'ü, istiklali,
Yükselmeyi, izmihlali,
Göklerdeki istikbali,
Sen_öğrettin öğretmenim!..
İ. Hakkı ÖZBİLGİN
Notanın kaynağı: www.notaarsivleri.com

29 Kasım 2016 Salı

İÇİMDEKİ HÜSRANI_01/2016.06.28/14:14:50

İÇİMDEKİ HÜSRANI_01/2016.06.28/14:14:50-UŞŞAK Şarkı-Beste tarihi: 04.06.2016-Cumartesi-Saat: 16:35
Söz: Murat Kemal KOCABALLI-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
DOKUNSALAR AĞLARIM
1-) İçimdeki hüsranı
Ayrılığa bağlarım,
Anlatamam sevdamı
Dokunsalar ağlarım.
2-) Gönlümü yakar hüzün
Faydası yok bir sözün
Canım çok sıkkın bugün
Dokunsalar ağlarım
3-) Daha bitmemiş çilem
Görmedim aşkta önem
Dilde acı gözde nem
Dokunsalar ağlarım
Murat Kemal KOCABALLI
Videonun görünüm özelliği: BİLECİK ilimizin tanıtımı

BU GÖNÜL SEVDAYI/2016.06.28/13:57:12

BU GÖNÜL SEVDAYI/2016.06.28/13:57:12-KÜRDİLİHİCAZKAR Şarkı-Beste tarihi: 14.06.2016-Saat: 22:08
Söz: Murat Kemal KOCABALLI-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
YASTIĞIN ALTINDA
1-) Bu gönül sevdayı unutur sanma
Anlatılmaz sözle pişmanlıklarım
Belki de yüreğim gizliyor ama
Yastığın altında pişmanlıklarım
2-) Bir bakışın bana bir ömür kardı
Hasretin kor olup kalbimi sardı
Ne aşklar yaşadım yarıda kaldı
Yastığın altında pişmanlıklarım
3-) En az benim kadar vefasız zaman
Hükmünü geçirir dost değil yalan
Sararmış bir resim elimde kalan
Yastığın altında yalnızlıklarım
Murat Kemal KOCABALLI
Videonun görünüm özelliği: ESKİŞEHİR ilimizin tanıtımı

KIYMET BİLİN_01/2016.06.28/14:27:47

KIYMET BİLİN_01/2016.06.28/14:27:47-MUHAYYERKÜRDİ Şarkı-
Beste tarihi: 14.06.2016-Salı-Saat: 21:30
Söz: Murat Kemal KOCABALLI-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
YARİM ŞİMDİ UYANMASIN
1-) Kıymet bilin ağlatmayın
Sözler kalbi acıtmasın
Sessiz olun dokunmayın
Yarim şimdi uyanmasın
2-) Kokusu var ellerimde
Sevdası kor yüreğimde
Esir düşsün gözlerimde
Yarim şimdi uyanmasın
3-) Gece ıssız dilde hüzün
Ömür kısa aşka düşkün
Uyanırsa düşer üzgün
Yarim şimdi uyanmasın
Murat Kemal KOCABALLI
Videonun görünüm özelliği: BALIKESİR ilimizin tanıtımı

İÇİMDEKİ HÜSRANI_02/2016.06.28/14:42:22

İÇİMDEKİ HÜSRANI_02/2016.06.28/14:42:22-UŞŞAK Şarkı-Beste tarihi: 04.06.2016-Cumartesi-Saat: 16:35
Söz: Murat Kemal KOCABALLI-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
DOKUNSALAR AĞLARIM
1-) İçimdeki hüsranı
Ayrılığa bağlarım
Anlatamam sevdamı
Dokunsalar ağlarım
2-) Gönlümü yakar hüzün
Faydası yok bir sözün
Canım çok sıkkın bugün
Dokunsalar ağlarım
3-) Daha bitmemiş çilem
Görmedim aşkta önem
Dilde acı gözde nem
Dokunsalar ağlarım
Murat Kemal KOCABALLI
Videonun görünüm özelliği: SELANİK ilinin tanıtımı

SENSİZLİĞE NE KADAR_04/2016.06.28/13:32:29

SENSİZLİĞE NE KADAR_04/2016.06.28/13:32:29-UŞŞAK Şarkı-Beste tarihi: 23.06.2016-Perşembe-
Söz: Cumali KARATAŞ-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
Şarkıyı DÜGAH üzerinden (yerinde) sesim ve udumla seslendiriyorum.
SENSİZLİĞE NE KADAR DAYANIRIM
Sensizliğe ne kadar dayanırım bilemem
Bir çırpıda ben seni unuturum diyemem
Dinle beni biraz yar, bildiğim tek şey var
Kolay, kolay ben seni şu kalbimden silemem
Cumali KARATAŞ
Videonun görünüm özelliği: KIBRIS adasının tanıtımı

28 Kasım 2016 Pazartesi

AŞKIN SON GECESİ/2016.06.28/13:00:04

AŞKIN SON GECESİ/2016.06.28/13:00:04-HÜZZAM Şarkı-27.06.2016-Pazar-Seyhan-ADANA
Söz: Cumali KARATAŞ-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
NE KALDI?
1-) Aşkın son gecesi sevgilim bugün
Ayrılık bu akşam kapımı çaldı
Kaplasın ruhunu derin bir hüzün
Üzülüp yanmaya daha ne kaldı?
2-) Ölümcül bir yazı matem tutalım
Bir daha sevmeye edelim yemin
Bir veda mektubu yazmaz mı elin?
Üzülüp yanmaya daha ne kaldı?
Cumali KARATAŞ
Videonun görünüm özelliği: AKSARAY ilimizin tanıtımı

AĞLANACAK NE VARDI/2016.06.28/12:32:34

AĞLANACAK NE VARDI/2016.06.28/12:32:34-SEGAH Şarkı-Beste tarihi: 27.06.2016-Pazar-Seyhan/ADANA
Söz: Cumali KARATAŞ-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
GENÇLİK RÜZGARI
1-) Ağlanacak ne vardı o gece halimizde?
Geç anladım sevgilim, ilk aşkın hüsranıymış
Bir kor ateş gibi yandı kalplerimizde
Esmez artık bir daha, o gençlik rüzgarıymış
2-) Ayrılık anısını gözlerime yaş ettim
Esen fırtınalarda yüreğimi taş ettim
Döneceğim yollarda kaç baharı kış ettim
Esmez artık bir daha, o gençlik rüzgarıymış
Cumali KARATAŞ

AKŞAMIN NE OLUR/2016.06.28/12:46:37

AKŞAMIN NE OLUR/2016.06.28/12:46:37-HÜZZAM Şarkı-Beste tarihi: 27.06.2016-Pazar-Seyhan-ADANA
Söz: Cumali KARATAŞ-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
KÜLE BENZERSİN
1-) Akşamın ne olur, seherin buysa?
Her mevsim kuruyan güle benzersin
Hüzünler dağlamış yanan kalbini
Ateşi sönen bir küle benzersin
2-) Yaşanmaz seninle bir aşk bir ömür
Sevenin her günü olur bir zehir
Acılar içinde olmuş bir nehir
Baharı olmayan çöle benzersin
Cumali KARATAŞ

SENSİZLİĞE NE KADAR_02/2016.06.28/13:10:30

SENSİZLİĞE NE KADAR_02/2016.06.28/13:10:30-UŞŞAK Şarkı-
Beste tarihi: 23.06.2016-Perşembe-
Söz: Cumali KARATAŞ-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
SENSİZLİĞE NE KADAR DAYANIRIM
Sensizliğe ne kadar dayanırım bilemem
Bir çırpıda ben seni unuturum diyemem
Dinle beni biraz yar, bildiğim tek bir şey var;
Kolay, kolay ben seni şu kalbimden silemem
Cumali KARATAŞ
Videonun görünüm özelliği: NİĞDE ilimizin tanıtımı
Cumali KARATAŞ, ilk şiirleri ortaokul dergisi, Beşocak'da yayınlandı. Aynı yıl destan yazıp, bastırıp, satarak halk ozanlığına ilk adım attı. Şiir, öykü, deneme, eleştirel-deneme ve gezi notları türlerinde verdiği ürünler dergi ve gazetelerde yayınlandı. Yayınlanmış yazı ve makalesi bulunmakta olup; yazılı ve görsel basında sanat danışmanlığı, sanat yönetmenliği ve program yapma görevlerinde bulundu. TRT ve Çukurova Üniversitesi birlikteliğiyle 1989 yılında gerçekleştirilen "Türk Şiirinin Dünü ve Bugünü Sempozyumu" ilk şiiri sunuldu. Merhaba Gazetesi tarafından ulusal olarak düzenlenen güfte yarışmasında "SEVDA" isimli şiiriyle "BESTELENME MANSİYONU" ödülü kazandı.
Amatör olarak müzikle uğraşmıştır. Adana'nın Sesi Musıki Derneğinde çalışmalara katılmıştır. Divan Musıki Derneği ile bir dönem yürüttüğü çalışmalarda, TRT programlarında yer aldı. Kana A televizyonunda yayınlanan "MÜZİK PINARI" programında düzenlenmiş olduğu "GRAMOFON MÜZİK ÖDÜLLERİ YARIŞMA KONSERİ" ve KOZA TV de tasarlayıp gerçekleştirdiği "AYIN KONSERİ" programlarını sunan Cumali KARATAŞ, çeşitli kuruluşlara yardım amaçlı sanatsal etkinlikler düzenledi. İlk dernek konserinin ADANA'NIN SESİ, Adana'da yayınlanmasının yanında METRO TV gazeteci yazar, Abdülkadir KAÇAR Beyin yapımını gerçekleştirip sunduğu "YAŞAMIN İÇİNDEN" programında bir dizi olarak yayınlanıp, Çukurovalı besteci ve kaynak kişilerin sanat yaşamlarına yer verilen müzik belgeselini Abdülkadir KAÇAR ile birlikte hazırlayıp, çekimlerinde sanat danışmanı olarak bulundu. Merhum Arif Nihat AKA, Ali ŞENOZAN, Toktay SÖKMEN ve merhum Rayhan KARATAŞ'TAN müzik konusunda feyiz almıştır. Kurucusu, sanat yönetmeni ve güfte seçici kurul üyesi olduğu " GRAMOFON MÜZİK ÖDÜLLERİ beste ve güfte yarışmaları olarak gerçekleştirilen, Cumali KARATAŞ, MESAM üyesi olup; çeşitli besteciler tarafından besteleri yapılan yaklaşık olarak 50 şiirinin 12 tanesi TRT Repertuvarında bulunmaktadır.
Yayınlanmış şiir kitapları bulunan, Cumali KARATAŞ, evli 3 çocuk babası olup, HALKBANK çalışanı olarak inşaat Teknisyenliği görevinden emekliye ayrılmıştır. Adana'da yaşantısını sürdürmekte ve çeşitli şekillerde YENİ ADANA Gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Bir kitap yazma hazırlığı içerisindedir. Kendisini sonsuz başarılar ve sıhhat dolu mutlu yarınlar dilerim. Bu yazıyı Gramofon Kitaplığı yayın evinin birinci basımını Aralık 2002 yılında yaptığı SEVDA adlı şiir kitabından bizzat tarafımdan not alınmıştır. 12.07.2016-Salı-Udi Emin Bey

27 Kasım 2016 Pazar

AYRILIK DEDİĞİN ATEŞTEN_02/2016.07.05/22:17:35

AYRILIK DEDİĞİN ATEŞTEN_02/2016.07.05/22:17:35-Bu videoda 2 eser icra edilmiştir:
UŞŞAK Şarkı-
Beste tarihi: 29.06.2016-Çarşamba-Saat: 18:29
AYRILIK
1-) Ayrılık dediğin ateşten gömlek
Sevdaya düşene layık mı giymek?
Yaşamak anlamsız, haramdır gülmek
Sevene sebebi sorulur mu hiç?
2-) Ölüm olsa, Tanrı buyruğu dersin
Göç etti dünyadan bir kulu dersin
Hasta olsa, ilaç umudu dersin
Ayrılığa çare bulunur mu hiç?
Cumali KARATAŞ
MUHAYYERKÜRDİ Şarkı-
Beste tarihi: 29.06.2016-Çarşamba-Saat: 18:42
GİTME N'OLURSUN
1-) Birden bire böyle gitme n'olursun
Akan billur pınarları kurutursun
Benim için yıllar sürer bu sevgi
Biliyorum bir gecede unutursun
2-) Şiirler, şarkılar tesellim olur
Kadeh yere düşer, dudak yorulur
Aşk yüzünden bu gönül hep kovulur
Biliyorum sen gönlünü avutursun
Cumali KARATAŞ
Videonun görünüm özelliği: MARMARİS tanıtımı

BİRDEN BİRE BÖYLE GİTME/2016.07.05/22:09:58

BİRDEN BİRE BÖYLE GİTME/2016.07.05/22:09:58-MUHAYYERKÜRDİ Şarkı-
Beste tarihi: 29.06.2016-Çarşamba-Saat: 18:42
Söz: Cumali KARATAŞ-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
GİTME N'OLURSUN
1-) Birden bire böyle gitme n'olursun
Akan billur pınarları kurutursun
Benim için yıllar sürer bu sevgi
Biliyorum bir gecede unutursun
2-) Şiirler, şarkılar tesellim olur
Kadeh yere düşer, dudak yorulur
Aşk yüzünden bu gönül hep kovulur
Biliyorum sen gönlünü avutursun
Cumali KARATAŞ
Videonun görünüm özelliği: HAVAYİ ADALARI tanıtımı

AYRILIK DEDİĞİN ATEŞTEN_01/2016.07.05/22:01:13

AYRILIK DEDİĞİN ATEŞTEN_01/2016.07.05/22:01:13-UŞŞAK Şarkı-Beste tarihi: 29.06.2016-Çarşamba-Saat: 18:29
Söz: Cumali KARATAŞ-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
AYRILIK
1-) Ayrılık dediğin ateşten gömlek
Sevdaya düşene layık mı giymek?
Yaşamak anlamsız, haramdır gülmek
Sevene sebebi sorulur mu hiç?
2-) Ölüm olsa Tanrı buyruğu dersin
Göç etti dünyadan bir kulu dersin
Hasta olsa, ilaç umudu dersin
Ayrılığa çare bulunur mu hiç?
Cumali KARATAŞ
Videonun görünüm özelliği: SAKIZ adasının tanıtımı

KIYMET BİLİN_02/2016.06.28/14:55:55

KIYMET BİLİN_02/2016.06.28/14:55:55-MUHAYYERKÜRDİ Şarkı-
Beste tarihi: 14.06.2016-Salı-Saat: 21:30
Söz. Murat Kemal KOCABALLI-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
YARİM ŞİMDİ UYANMASIN
1-) Kıymet bilin ağlatmayın
Sözler kalbi acıtmasın
Sessiz olun dokunmayın
Yarim şimdi uyanmasın
2-) Kokusu var ellerimde
Sevdası kor yüreğimde
Esir düşsün gözlerinde
Yarim şimdi uyanmasın
3-) Gece ıssız dilde hüzün
Ömür kısa aşka düşkün
Uyanırsa düşer üzgün
Yarim şimdi uyanmasın
Murat Kemal KOCABALLI
Videonun görünüm özelliği: AZERBAYCAN tanıtımı

SENSİZLİĞE NE KADAR/2016.07.22/13:14:19

SENSİZLİĞE NE KADAR/2016.07.22/13:14:19-UŞŞAK Şarkı-Beste tarihi: 23.06.2016-Perşembe-ADANA
Söz: Cumali KARATAŞ-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
TEK BİR ŞEY VAR
Sensizliğe ne kadar dayanırım bilemem
Bir çırpıda ben seni unuturum diyemem
Dinle beni biraz yar, bildiğim tek bir şey var
Kolay, kolay ben seni şu kalbimden silemem
Cumali KARATAŞ

SEVDA (Düştüm apansız)/2016.07.22/13:35:33

SEVDA (Düştüm apansız)/2016.07.22/13:35:33-UŞŞAK Şarkı-Beste tarihi: 12.06.2016-Salı-Saat 20:43-ADANA
Söz: Cumali KARATAŞ-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
SEVDA
1-) Düştüm apansız bir derde
Adına sevda dediler
Unutup da bir köşede
Sevmediler, sevmediler
2-) Her gece düşümde sesi
Soldu ellerimde resmi
Dudağımda saklı ismi
Görmediler, görmediler
3-) Dostlarım delirmiş dedi
Cahillik bu neymiş dedi
O yar serseriymiş dedi
Vermediler, vermediler
4-) Toprak dolsa da şu tenim
Yakanızda iki elim
Sevdadır benim sebebim
Bilmediler, bilmediler
Cumali KARATAŞ

AKŞAM OLUR GÜN/2016.07.22/12:32:23

AKŞAM OLUR GÜN/2016.07.22/12:32:23-MUHAYYERKÜRDİ Şarkı-Beste tarihi: 13.07.2016-Çarşamba
Söz: Cumali KARATAŞ-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
AKŞAM OLUR
1-) Akşam olur gün batar
Dönüşünü beklerim
Geleceğin yollarda
Nöbet tutar gözlerim
2-) Bir gün biraz geciksen
Tasalanırım hemen
Hasretinle tutuşur
Seni seven yüreğim
3-) Akşam olur gün batar
Gözlerim seni arar
Bugün de görebilsem
Benim olur dünyalar
4-) Varlığını duyarım
İçimde bir aralık
Döneceksen çabuk dön
Çökmeden şu karanlık
Cumali KARATAŞ

NASIL KOPARILIR DALINDAN/2016.07.22/12:51:12

NASIL KOPARILIR DALINDAN/2016.07.22/12:51:12-HÜZZAM Şarkı-Beste tarihi: 21.07.2016-Perşembe-ADANA
Şarkıya başlamadan önce Refik FERSAN'IN Saz Semaisi icra ediliyor.
Söz: Mustafa HAVAYİOĞLU-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
YÜCE MEVLADAN
1-) Nasıl koparılır dalından bir gül
Ve nasıl da ağlar gülüne bülbül
İşte öyle yetim kaldım arkandan
Hep seni diledim YÜCE MEVLADAN
2-) Sen yoksun geçmiyor günler vefasız
Aramadın bile bir kez hayırsız
Gelmedin çok zaman geçti aradan
Hep seni diledim YÜCE MEVLADAN
3-) Baharlarım hazan, bir dönsen artık
Bu yürek hasretle erir bil aşkından 
Vazgeç gurur, kinden, gel, geç olmadan
Hep seni diledim YÜCE MEVLADAN
4-) Sevmekten seni çok çileler çektim
Geç anladım artık dönmeyeceksin
Menzile yaklaştım, bittim yanmaktan
Hep seni diledim YÜCE MEVLADAN
Mustafa HAVAYİOĞLU
NOT: Bu şarkıyı tekrar 10 Temmuz 2023-Pazartesi günü yeniden besteledim. 
YouTube.com/@EminDEGIRMENCI-UdiEminBey özel kanalımda yayınladım. 

BIRAKTIĞIMIZ GİBİ/2016.07.22/12:42:21

BIRAKTIĞIMIZ GİBİ/2016.07.22/12:42:21-HÜZZAM Şarkı-Beste tarihi: 21.07.2016-Perşembe-ADANA
Söz: Cumali KARATAŞ-Müzik: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)
HER ŞEY YERLİ YERİNDE
1-) Bıraktığımız gibi
Her şey yerli yerinde
Bozulmamış anılar
Üstüne doğan günde
2-) Sevgiler durulmamış
Gönüller yorulmamış
Hevesler kırılmamış
Yılların özleminde
3-) Yapraklar sararmamış
Mehtaplar kararmamış
Tek bir gül koklanmamış
Her şey yerli yerinde
4-) Hatıralar yıllanmış
Oda köşelerinde
Arzular yarım kalmış
Veda buselerinde
Cumali KARATAŞ

KELİMENİN TADI_02: KELİMELERİN TADI-Bölüm 2

KELİMENİN TADI_02: KELİMELERİN TADI-Bölüm 2: Halk zevkini ve bu zevkin, inceliğine varmış şairler, kelimeleri de renkler gibi, ışıklar gibi kullanırlar. Sarı ile mavi birleşince nasıl, üçüncü bir renk, (bir yeşil renk) zuhur ederse, kelimelere renk gibi, ışık gibi vuran halk duygusu da onların seslerinde yeni manalar tutuşturur.
Mesela insan yüreğine od düşmek sevmek, aşık olmak bir gönül hadisesi dolayısıyla içinden tutuşmuş gibi yanmak'tır. Fuzuli, bunu, bir gazelinde:
DÜŞDÜ OD CANIMA EY TENDE OLAN PEYKANLAR
KIZMADAN MA'REKE BİR YANI ERİMEN ÇEKİLİN mübalagasıyla söyler: "Ey sevgili'nin, yüreğime saplanan bakışlarının okları! Canıma ateş düştü. İçimdeki savaş meydanı büsbütün tutuşmadın siz, erimemek için, bir tarafa çekilin!" der. Aynı söz halk manilerinde daha açık söylenir. Reşat Nuri'nin, Akşam Güneşi'nde,yaşlı eniştesini seven Jülide'ye söylettiği cinaslı mani böyledir:
YER BENİ
YÜREĞİME BİR KOR DÜŞTÜ
GECE GÜNDÜZ YER BENİ
BEN BU DETTEN OLÜRSEM
KABUL ETMEZ YER BENİ
Düşmek, Divan şairi Vasıf'ın dilinde, yakışmak manasındadır:
DÜŞER Mİ İCTİNAB ETMEK SENİNÇÜN AĞLAYANLARDAN
SİRİŞK-İ ÇEŞMİMİN BAK FARKI VAR MI ÇAĞLAYANLARDAN
mısralarının sesi, bugün hala, bestesiyle birlikte dudaklardadır.
Düşmek, halk zevkinde, aynaya akseden bir hayal gibi, sevgili'nin hatırlanması, hayalinin gözönünde canlanmasıdır. Bunu halk türküsü söyler hem de:
EĞİLDİM SU İÇMEĞE
AKLIMA DÜŞTÜ GELİN
gbi, gelin su içmek eğilmek ve düşmek kelimelerinin, sihirli ses ve mana güzelliklerini iki küçük mısrada toplayarak.
Gelin ve düşmek kelimelerini yan yana getiren bir başka türkü, kelimeyi, bu sefer kötü talihli olmak; bir zalimin eline geçmek manasında kullanır:
GELİNE BAK GELİNE
DÜŞMÜŞ ZALİM ELİNE
türküsünde böyledir. Bu manada düşmek, halk manilerinde, bazan cinaslı bir sitemdir:
GİDİYORUM İŞTE GÖR
HAYALDE GÖR, DÜŞDE GÖR
SEN BENİ YAR BİLMEDİN
BİR ZALİME DÜŞ DE GÖR
diyerek... Buna benzer bir deyiş, mevkiden, ikbalden, servetten düşmek manasında bir darbımesel olmuştur:
DÜŞENİN DOSTU OLMAZ
HELE BİR YOL DÜŞ DE GÖR.
İş düşmek, bir bakıma, derdin çaresini bizzat bulmak zorunda kalmaktır:
GÖZLERİM YAŞA KATLAN
İŞ DÜŞTÜ BAŞA KATLAN
HER DEMDE BAHAR OLMAZ
BİR DEM DE KIŞA KATLAN
söyleyişinde bir de eski Anadolu'nun insafsız kaderine uyularak, insanları birbirinden ayıran kış mevsiminin kaderine dayanma gücü vardır.
TEKKELERDEN HU GELİR;
ÇEŞMELERDEN SU GELİR.
HANEMİZ UZAK DÜŞMÜŞ;
ELİMİZDEN NE GELİR.
Manisinde sevgili'ye ancak uzaktan seslenişin elemi hissedilir. Bu ses, ihtizaz etmez, başkaları tarafından duyulmaz hissini veren, gizli bir gönül sesi gibidir.
Düşmek kelimesini pay düşmek, hisse kalmak, miras kalmak gibi manalarda kullanırken, onun yağmak manasını da hatırlatan bir halk manisi daha vardır ki inceliği ölçüsünde acı bir söyleyiştir:
NEM DÜŞER
GÖKTE BULUT, NEM DÜŞER
BEN BU DERTTEN ÖLÜRSEM
BAKAM SANA NEM DÜŞER
Saça ak düşmek, saçın beyazlanmasıdır; gençlikteki canlı renklerin değişmeye başlamasıdır. Halk türküsü:
SAÇLARIMA AK DÜŞTÜ
SANA AD BULAMADIM derken, bu sözü, uzun bir zaman manasında kullanır: Sevgili o kadar güzeldir ki onu tarif edecek kelimeyi bulmaya bu zaman yetmemiştir. Fakat aynı Türkü'nün düşmek kelimesini, heveslenmek; kanatlanma isteği duymak ve benzeri manalarıyla kullanışı, daha güzel ve halk dehasına daha uygundur:
GÖNÜLE UÇMAK DÜŞTÜ
BİR KANAT BULAMADIM
Düşmek, Yahya Kemal'in şiirinde, dalmak, ümitlenmek, güzel ihtimaller düşünerek, bir acıdan bir zevke doğru kaymaktır. Hatta biraz da, uzaktan gizli ve güzel sesler duymaktır. Büyük musıki üstadı Itri'nin kaybolan besteleri karşısında şairin duygusu budur:
ÖYLE BİR MUSIKİYİ ÖRTEN ÖLÜM,
BİR TESELLİ BIRAKMAZ İNSANDA.
MUHTEMEL GÖRMÜYOR HENÜZ GÖNLÜM,
ÇOK SAATLER GEÇİNCE HİCRANDA,
DÜŞÜLÜR BİR HAYALE ZEVK ALINIR:
BELKİ HALA O BESTELER ÇALINIR,
GEMİLER GEÇMEYEN BİR UMMANDA.
Düşmek, Ahmed HAŞİM'İN Karanfil'inde, bir renk, rayıha, aşk ve hararet güzelliğinin ifratı içinde aleve değmiş pervaneler gibi; vurulmuş gibi, yanıp düşmek'tir:
YARİN DUDAĞINDAN GETİRİLMİŞ,
BİR KATRE ALEVDİR BU KARANFİL.
RUHUM ACISINDAN BUNU BİLDİ.
DÜŞTÜKÇE VURULMUŞ GİBİ YER, YER,
KIZGIN KOKUSUNDAN KELEBEKLER,
GÖNLÜM ONA PERVANE KESİLDİ.
Bir Yaz Gecesi Hatırası'nde düşmek, ayışığı'nın, toprağımıza sihirli ve tesirli bir güzellikle aksi'dir:
İŞVEYLE, FSILTIYLA, GÜLÜŞLE
OLMUŞ ŞEB-İ SEVDA YİNE Bİ-HAB,
OKLAR GİBİ SAPLANMA KALBE
DÜŞDÜKÇE SEMADAN YERE MEHTAB.
Piyale'de düşmek, insana bir hal olmak, yanmak, aşka tutulmaktır:
İÇMİŞTİ FUZULİ BU ALEVDEN,
DÜŞMÜŞTÜ BU İKSİR İLE MECNUN
Şİ'RİN SANA ANLATTIĞI HALE,
Mısralarında böyledir. Çünkü şair, daha önce:
ZANNETME Kİ GÜLDÜR, NE DE LALE,
ATEŞ DOLUDUR, TUTMA, YANARSIN,
KARŞINDA ŞU GÜLGUN PİYALE!
demiş ve sonra:
YANMAKTA BU SAĞARDAN İÇENLER,
DOLDURMUŞ ANINÇÜN ŞEB-İ AŞKI
BAŞTANBAŞA EFGAN İLE NALE!
mısralarıyla, sanki böyle bir hale düşmenin ne demek olduğunu izaha çalışmaştı.
Faruk NAFİZ'DE düşmek, kendini yine bir kış ye'sine kaptırmaktır. Hisli gönüllerin böyle bir akıbetten kurtulmak için, sevgililerin saçlarında ve gül gibi yüzlerinde dolaşması bundandır:
GÖNÜLLER DÜŞMESİN FİKRİYLE HÜZN-ABAD-I SERMAYE
GEZER MECLİS-BE-MECLİS SÜNBÜLİSTANLAR GÜLİSTANLAR
gibi... Cenab ŞAHABEDDİN'İN bir şiirinde ise düşmek, dize düşmek, dize kapanmak: Anne dizinde, sevgili dizinde olduğu gibi, ilahi diz'de de bir teselli aramaktır.
DÜŞÜB ÜSTÜNDE AĞLAMAK DİLERİM,
SÖYLE EY TANRI, DİZLERİN NEREDE?
ve, bir şarkı, sevgili'nin suya akseden incecik hayalini yine düşmek sözüyle nağmeleştirir:
DÜŞTÜ BİR DAL GİBİ GÖLGEN SULARA...
Türkçenin Sırları-Nihad Sami BANARLI-KELİMELERİN TADI Makalesidir Sayfa: 108'den 118'e kadar bizzat tarafımdan dikte edilmiştir. Emin DEĞİRMENCİ Amacım, gençlerimizin daha ziyade Edebiyat dalında hızla ilerlemelerini sağlamaktır. Sayın öğrencilerime sonsuz saygı ve sevgilerimi sunar. Esenlik dolu mutlu yarınlar temenni ederim. Emin DEĞİRMENCİ 30.08.2013-CUMA saat 18.25

KELİMENİN TADI_02: KELİMELERİN TADI-Bölüm 1

KELİMENİN TADI_02: KELİMELERİN TADI-Bölüm 1: Milletlerin öyle şairleri, öyle muharrirleri vardır ki, kelimeleri bir lezzet gibi kullanırlar. Divan edebiyatında, sözü Türkçe kelimeler'le tadlandıranların başında Fuzili vardır. Mesela, birçokları için, korkunç mana olan Düşmek, Fuzili'de dile türlü lezzetler katan çok manalı bir kelimedir.
Düşme'nin en korkuncu, öyle zannedilir ki mevkiden, iktidardan düşmektir. Son zamanlarda milletin gözünden düşmek manası alan bu düşüş. gerçekten telafi edilmeyecek sükutlardandır. Yeryüzünde bazı iktidarların, o mevkii tekrar elde etmek için ne yanlış hareketlere baş vurup memleketlerinin başına ne işler açtıkları ve yeniden ne hallere düştükleri kimsenin gözünden kaçmamaktadır.
Halbuki düşme'nin, daha başka ne çeşitleri, ne vahimleri ne göze görünmezleri vardır.
"Allah elden ayaktan düşürmesin!" diyen, kurnaz dilenci psikolojisi, düşmenin bu her insana mukadder, tehlikeli şeklini çok iyi kavramıştır. O kadar ki bu usta dilenci duası, dilencilere, "Allah sevdiğinden ayrı düşürmesin!" duasından daha çok para kazandırır.
Türkçeye tad veren kelimeler arasında, düşmek kelimesinin büyük hissesi vardır. Her kelimeyi mümkün olduğu kadar çok değişik manalarda kullanılmayı zevk haline getiren Türk halk dehası, düşmek kelimesine de çok ve çeşitli manalar vermiştir. Türkçede, düşmek'teki mana sayısının; tek kelime ve birleşik sözler halinde; 150'den fazla olduğunu söylersek, bilmem hayret edilir mi? Bu kelime, Halkşairleri kadar, halk diline değer veren, büyük Divan şairleri tarafından da, çok değişik manalarda ve adeta lezzeti tadılarak kullanılmıştır. Aynı kelime son asır Türk şairlerinin dilinde de, döküldüğü kabın şeklini alan su gibi, türlü mana kalıplarına girmiş ve karşımıza çok değişik manalarda çıkarak her zaman sevilen bir tanıdır edasıyla bizim elimizden tutmuş, bizi o manaya ulaştırmak için kendi lezzetine çekmştir.
Fuzuli, bu kelimeyi, bilhassa Leyla vü Mecnun'unda çok kullanır: İlahi güzelliğe doğuştan aşık, Mecnun, daha bebekken, o kadar çok ağlar ki susturamazlar. Avunsun diye sokağa çıkarırlar. Yavru çocuk feryadı, sokakları doldurur. O zaman bir evin kapısı açılır. Görülmemiş derecede güzel bir kadın görünür. Çocuğu ister. Verin ben susturayım, der. Mecnun, doğduğundan beri, ilk defa bu güzel kadının kucağında susar. Fuzuli, bu hadiseyi şöyle bir dille anlatır:
"Oldukça, elinde oldu handan
Düşdükçe elinden oldu giryan" der. "Onun kucağında güldü, fakat elinden düşünce ağladı." demek ister. Burada düşmek, ayrılmak, sevgili kollarından uzakta kalmaktır.
Yahut, daha çocuk yaşlarında aynı mektepte okurlarken, Leyla ile Mecnun, tam bir aşk neş'esine düşerler. Birbirlerin sevdiklerini, gözleri susarsa, kaşları anlatır. Büyük romancı Reşat Nuri'nin: "sevda çocuk gözlerinden uyku gibi akar." demesi cinsinden, bunların da sırları artık gizlenmez bir hale gelir. O zaman, güzel sırları belli olmasın diye birtakım çocuk hilelerine başvururlar. Fuzuli, bu hadiseyi,
GERD AYİNA-İ NEŞATA DÜŞDÜ
MİN BA'D İŞ İHTİYATA DÜŞDÜ mısralarıyla anlatır: "Neş'e aynasına toz düştü; artık iş ihtiyata düştü." der.
Aynaya toz düşmek, tozlanmak, gösterme vasfını ve parlaklığını kaybetmek, ışığı aksettirme şevkinden mahrum olmak, kısaca işin kayfi kaçmaktır. İkinci mısrada ise, düşmek, gerekmektir, ihtiyatlı davranmanın lüzumunu anlatmaktır.
Düşmek, müptela olmak, bir ruh halinin içinde kalmak, sıkıntıya düşmektir: Leyla'yı Mecnun'dan ayırdıkları zaman, Fuzuli, bu genç kız için:
ZÜLFÜ GİBİ PİÇ Ü TAB'A DÜŞDÜ
HAYRAN KALUB IZTIRABA DÜŞDÜ mısralarını söyler. Piç ü taba düşmek de yine ıztıraba düşmek demektir.
Beri tarafta Mecnun, Leyla'nın artık mektebe gelmiyeceğini anlayınca, ıztırabının bütün hıncını okuduğu harflerden alır. Artık okumak istemez ve harflere, artık karşımdan gidin! diye haykırır. Bu arada, Leyla'nın narin vücudu, gibi ince ve zarif Elif harfine sitemi, ötekilerden ziyade olur:
DÜŞ EY ELİF İSTİKAAMETİNDEN
ŞERME-EYLE BU KADD Ü KAAMETİNDEN
"Ey, Elif harfi! Boyundan bosundan utan! Doğrulugundan, düzgünlüğünden düş! Belin bükülsün! (ve bir bakıma) karşımdan çekil, yıkıl!" demek ister. Düşmek, burada yıkılmak, devrilmek ve eğrilmektir. Bu mısraların devamı da şöyledir:
KADDİ HEVESİYLE DEM URURSUN
OL GİTTİ ACEB Kİ SEN DURURSUN
"Onun endamına benzemekle övünürsün! O gittikten sonra sen neden durursun?"
Aynı eserde düşmek, uğramak, ulaşmak, varmak yerine de kullanılır: Mecnun, çölde yürürken, yolu Leyla'nın gezindiği bir semte ulaşır. Bu, Mecnun'un da konaklayacağı yerdir:
BİR MENZİLE DÜŞDÜ REH-İ GÜZARI
KİM SEYR EDERDİ ANDA YARİ
"Geçtiği yol bir menzile uğradı ki orada sevgilisi de gezerdi."
Aynı yürüşüş günlerinde, düşmek, yola koyulmak manasına da gelir:
SAHRAYA DÜŞÜB GÜNEŞ MİSALİ
TENHA YÜRÜR OLDU LAÜBALİ
"Güneş gibi çöllere düştü; yalnız başına teklifsiz ve perişan yürümeğe koyuldu."
Yine Fuzuli'de düşmek, kadehe düşmek şeklinde, dökülmek manasındadır:
MEY GERÇİ SAFA VERİR DİMAĞA
AKDUĞI İÇİN DÜŞER AYAĞA
mısralarında böyledir: "Şarap gerçi dimağı neş'elendirir, fakat akıcı bir nesne olduğu için de ayağa düşer."
Burada düşmek, hem yere, yani ayakların bastığı yere dökülmek, hem de ayak: EYAĞ, aynı zamanda kadeh demek olduğundan, kadehe dökülmektedir. Ayağa düştüğü zaman pespayeleşen; içeni de pespayeleştiren şarap,kadehe döküldüğü zaman, bir şevkin hazırlığı kadar renkli ve neş'elidir.
Düşmek kelimesini dökülmek, hatta yağmak manasında, Ziya Paşa da kullanır. Meşhur:
Bİ-BAHT OLANIN BAĞINA BİR KATRESİ DÜŞMEZ
BARAN YERİNE DÜRR Ü GÜHER YAĞSA SEMADAN
beytinde söz, bu manadadır: "Gökten, yağmur yerine, inci, mücevher yağsa, talihsiz kimselerin bahçesine bir damla bile düşmez." Esasen, yağmur yağıyor, yerine yağmur düşüyor demek, yağmur başlangıcında yahut yağmurun yağma derecesini söyleyişte halkın da ilmin de kullandığı sözlerdendir.
Yine Fuzuli düşmek kelimesinin dile düşmek, hatta dilden dile düşmek şekillerini de kullanır. Leyla ile Mecnun arasındaki aşkın herkes tarafından duyulmasını böyle bir söyleyişle anlatır:
DİLDEN DİLE DÜŞDÜ BU FESANE
FAŞ OLDU BU MACERA CİHANE
"Bu efsane, dilden dile düştü, bu macera dünyaya yayıldı." hakikatini bu şekilde söyler. Fuzuli'nin Leyla ile Mecnun arasındaki büyük aşak macerasına efsane demesi, daha çok, aşkın zamanımızdaki manzarası bakımından doğrudur. Çünkü öylesine temiz, öylesine yüce ve yükselen bir aşk, şimdi, gerçekten bir masaldır.
Düşmek kelimesinin yalnız Fuzul'den onun da tek bir eserinin birkaç sahifesinden seçilen bu kullanılışı ve bu manaları, Yalnız, Türkçe'nin herhangi bir kelimeyi böyle heykel çamuru gibi yoğurup türlü güzellikler haline koymasındaki büyük deha'yı da belirtmez. Bu örnekler, zamanımızda, "Türk şairi değildir, Türkçe şiir söylememiştir!" diye, kızıl ağızlar tarafından lekelenmez istenen en büyük Türk şairi'ne yapılan milletinin yalnız Türkçe kelimeleri değil, onlar gibi Türkçeleştirdiği daha nice kelimeyi de böyle bir mana zenginliğine ulaştırdığını hatırlatır. Dilimizi yıkmak iseyenlerin, Türkçenin dehasındaki büyük bir tılsımı mahvetmek yolunda oluşlarını gösterir.
Not: Bu yazının 2'nci bölümünü bundan sonraki blogumda yayınlayacağım. Emin DEĞİRMENCİ 30.08.2013-CUMA

KELİMENİN TADI_02: KELİMELERİN İZDİVACI_02

KELİMENİN TADI_02: KELİMELERİN İZDİVACI_02: Bazan, şu uydurmacılar, derim, Türkçede TİLCİK, SÖZCÜK, TÜMCE, ÖZNE, ELEŞTİRME, İLGİNÇ, İLİŞKİ, ZORUN, KOŞUL, YAPIT, YAŞANTI, GÖRÜT, AŞAMA, GÖRKEM, DOĞAL, KUDAY, AYGIT ve benzeri kelimeleri piyasaya sürecek kadar zevksiz ve bilgisiz olmasalardı da halkımız kadar olgun ve arif olabilselerdi, Türk Dili muhtac olduğu kelimeleri kimbilir ne güzel sözler halinde kazanırdı?
Mesela halkın SPOR EDEBİYATI'ndaki buluşlarını hatırlarım. Futbol lisanı, Fransa'da bile İngilizcenin kuvvetli tesiri altında iken, Türk çocuğu'nun SAĞ ile AÇIK sözünü birleştirerek SAĞAÇIK kelimesini yaratması, bizim bağlı olduğumuz o MİLLİ DEHA'nın eseridir. Futbolde, SAĞ-İÇ, SOL-İÇ, SOL-AÇIK, hele KALECİ gibi buluşlar hep bu dehanın mahsulleridir.
O kadar ki; Türkiye'de dil için şatafatlı müesseseler kurmuş uydurmacılardan hiçbiri şu top oynayan çocuklar kadar olsun Türkçeyi anlamış sayılamazlar.
Kelimelerin izdivacı, yani iki küçük kelimeyle yapılan yeni ve yepyeni manalı sözler, aynı zamanda İNCESAZ gibi, notaların da izdivacıdır. Bunlarda, aynı zamandan o dar monoton "BÜYÜK SES UYUMU" olmaz. Böyle kelimeler, iptidai devirlerin değil, Türkçenin en üstün merhalesi olan TÜRKİYE TÜRKÇESİ'nin ahengiyle musıkilidir. Böyle kelimeler şu bakımdan da sevimlidir ki işitenler onları yadırgamazlar, parçalarını bildikleri ve sevdikleri için, bütününü de anlayıp derhal severler.
KELİMELERİN İZDİVACI, çiçeklere ad olurken de ayrı güzeldir. Acem'in NESRİN'ine YABANGÜLÜ diyen Türk, NERSİN'e neden YABANGÜLÜ demek lazım geldiğini aynı milli zevkiyle bilir. HANIMELİ, KASIMPATI, KARTOPU gibi adlar, çiçekler bile millileştirir. Hele, KATIR'la tırnak gibi iki sert ve aykırı kelimeden yaratılan KATIRTIRNAĞI nasıl bir buluştur ki bu güzel ve sarı, yamaç çiçeğini görmek, koklamak ve koparmak için, nice güzel baharlarda, gönülleri sevgiyle dolu nice genç insan, yamaçlara tırmanır.
YAVRU-AĞZI'nda renk ne ise ARSLAN-AĞZI'nda çiçek öyle güzeldir.
Yavru kelimesiyle yapılan iki izdivaç daha vardır ki bu birinci kadar sevimlidir. Biri KAPI YAVRUSU'dur ki eski büyük kapıları her zaman açmamak için onların ortasında açılan küçük kapıların adıdır.
YAVRU-ÇATI da öyledir. Bilhassa geniş saçaklı, ahşap Türk evlerinin çıkmaları üzerine konulan küçük çatılardır ki, bunlar, insana bazan onları EL'le okşayıp sevmek arzuları verirler.
KELİMELERİN İZDİVACI, bazan insanların izdivacından doğan, güzel yavrulara ad olur. Yeni doğmuş bir yavruya GÜL ile NUR'un izdivacından doğan GÜLNUR denmesi gibi. GÜLŞAH, GÜLŞAN, GÜLDEREN, GÜLTEN, GÜLDALI ve benzeri isimler bize bir hakikat daha fısıldar: Anneler ve babalar için artık en güzel kelime yavrularına koydukları isimdir. Bu sebepledir ki onlar ellerinden geldiği kadar zevksiz kelime seçmezler. Çünkü bu kelimelerde hayatlarının ve aşklarının bütün manası; zevlerinin ve gönüllerinin bütün incelikleri vardır. Çocuklarına GÖNLÜGÜL, AYŞEGÜL, YAZGÜLÜ... gibi isimler koyanlar yavrularının tenlerinde hem onların, hem Türkçenin güllerini koklamayı bilenlerdir.
Hasılı, Türkçede KELİMELERİN İZDİVACI, dallarında türlü çiçekler açmış, yeşil bir cennettir ki orada milli zevkimizin yarattığı daha böyle ne çiçekler derlenir.
TÜRKÇENİN SIRLARI "Kelimelerin İzdivacı" Sayfa 70, 71'den bizat tarafımdan dikte edilerek aynen yazılmıştır. Emin DEĞİRMENCİ

KELİMENİN TADI_02: KELİMELERİN İZDİVACI_01

KELİMENİN TADI_02: KELİMELERİN İZDİVACI_01: İzdivaç, birbiriyle anlaşan iki ruhun, bir tek vücud olurcasına birbirine uyması, birbirine yakışmasıdır. Bu yüzdendir ki evlenmelerde NURTOPU gibi bir yavrudan önce NUR'la TOP'u böylesine bir araya getirecek; bu iki kelimeden üçüncü bir NURTOPU kelimesi yaratacak bir anlaşma aranır.
Çocuk doğmadan önce bir AİLE'nin doğması ve bu şartlarla kurulması güzeldir.
İzdivaçta yaşlardan çok ruhlar uymalı, renk ve şekil anlaşmalıdır:
Bir genç kadın, aksaçlı bir erkeğin yanında, harabeye mehtap vurmuş gibi güzel durabilir. Ancak böyle izdivaçlarda geceler hep mehtaplı olmalı ve hakikat güneşi doğmamalıdır.
Buna mukabil, yaşlı kadın yanında genç erkek hoşa gitmez. Erkek çocukların, izdivaç sırlarını annelerinden öğrenmeleri güzel değildir.
İzdivaçta boy bos uygunluğu, renkten ve yaştan da mühimdir. İriyarı, dev anası bir kadın yanında, çerden çöpten, cılız bir erkek ne ölçüde biçimsizse iri erkek yanında, kısa ve cılız kadın da o ölçüde acıma hisleri verir. Resim sanatında mavi ile sarı'nın birleşerek yeşil olması gibi, izdivaçta da renklerin ve şekillerin izdivacından bir AİLE RENGİ'nin doğabilmesi güzeldir.
Gün geçtikçe pişmanlığı artan izdivaçlar, yalnız evlenenler için değil, çevre için de azaptır. Asırların tamamıyla milli bir sanatla işleyip ahşap çizgiler, saçaklar, güzel çeşmeler, sıcak ağaçlar ve minarelerle inşa ettiği bir Türk mahallesine, sefertası misali,bir beton bina yapılmış gibi, bu türlü aileler mahhallede bir UR'dur. Böyle izdivaçların, ayaklarına zencir vurulmuş gibi, evlenenlerin bir arada tutması, her şeyden önce bir manzara çirkinliğidir.
İzdivaç, galiba eski Yunan ve Türk tasavvuf inanışındaki İKİZ RUHLAR bir araya gelmedikçe tam bir bütün olmuyor. Çünkü, Şeyh Galib'in HUŞRÜBA'larına benzer DÜNYA GÜZELLERİ ve DÜNYA GÜZELLİKLERİ, bu yolda AŞK'ı bile aldatıyorlar.
Hangi kadın hangi erkekle evlenmelidir? Elektronik beyinler, bir gün bunun da cevabını verecek şekilde çalışırsa İKİZ RUHLAR yer yüzünde birbirini bulacaklardır.
O güzel gün gelip çatana kadar bizce, üzüntüsüz bahse değer tek izdivaç, en güzelleri yine TÜRK DİLİ'nde görülen, KELİMELERİN İZDİVACI'dır.
Evet, Türk Dili'nde kelimelerin izdivacı, böyle sihirli HADİSE'dir.
Çünkü onları, Türk halkının büyük ve kudretli ilsan zevki evlendirilmiştir. Çünkü bu izdivaçlardan, yukarıda söylediğimiz NURTOPU gibi güzel kelimeler, renkli ve ışıklı, yeni terkipler doğmuştur.
Lisanımızda milli vicdana yerleşmiş, gözlerin, gönüllerin ve dillerin süsü olmuş birçok güzel ve asil kelimeyi, yabancıdır, aldanışıyla öldürmek isteyenlere imkan vermemeliyiz. Bu kimseler her an bir cihan öldürüyorlarmış gibi, büyük cinayet işliyorlar. Bu büyük cinayetin nasıl olup da sorgusuz ve cezasız kaldığına şaşmamak mümkün değildir. Çünkü o kelimeler en azından, milletimizin sesiyle, söyleyişiyle, Türk zevkinin onlara verdiği mana ve musıki ile evlenmişlerdir. Çünkü onlar da, NURTOPU gibi, yeni ve milli bir izdivacın evlatlarıdır.
Tek bir kelimenin, bir milletin sesi ve söyleyişiyle birleşerek yeni bir söz oluşundaki güzelliği, evvelce, çok sayıda misalleriyle gösterdiğimiz için, burada Türkçe'nin daha zengin izdivaçları üzerinde düşüneceğiz:
Öteden beri olduğu gibi, bundan sonra da Türkçe'de yeni kelime icad edilecekse bu mutlaka Türk halkının seçtiği yolda olmalı, yani, yeni kelimeler ya halkın sesi ve zevkiyle birleşmeli, ya da birbirine çok yakışan iki kelimenin izdivacından doğmalıdır.
Kelimelerle sevimsiz eklerin izdivacı gibi, kısır veya sapık evlenmelerden ancak yaratılış garibesi, sakat çocuklar doğar.
UZYÖNÜM, KUDAY, AYGIT, YAPIT, AZIKSAL ve benzeri gibi kelimeler, zevki ve şuuru olan hiçbir Türk'ün güzel bulamayacağı böyle yaratılış garibeleridir. Bunları ancak milletlerin yarımın yarısı bile olamayan sözde münevverleri beğenir.
Halkın kelime yaratma dehası ise asla bu yollarda işlemez.
O eğer yaratacaksa öteden beri kullandığı iki güzel kelimeyi bir araya getirerek bunlardan, yeni ve NURTOPU gibi üçüncü bir kelime yaratır.
AKARSU, ANADİLİ, ANAYOL, AK-AĞA, BİNDALI, BOZKIR, CANKURTARAN, ÇAM-SAKIZI, YANARDAĞ, DEMİRYOLU, ATEŞBÖCEĞİ, KUŞDİLİ, EBEKUŞAĞI, KARAKALEM, KARAYEL ve benzerleri böyledir.
Bu yoldan hareket edilince, Türkçe'den murabba'ı kaldırmak gerekirse yerine DÖRTKEN konulmaz, halkın bildiği ve söylediği DÖRT KÖŞELİ konurdu.
Halkın bulduğu BUZDOLABI'nda bu şekilde evlenen kelimelerden biri buz gibi, soğuk olduğu halde, dolapla izdivacından ne sıcak ne kolay alışılır bir kelime doğmuştur. Halk dilindeki kelime izdivaçlarının KAPTIKAÇTI, GECEKONDU, HANIMELİ gibi güzel çocukları, böyle izdivaçlardan doğan halis inciler olarak dilimizde ve vicdanımızdadır. Halkımızın böyle kelimelerle resim yapıp yeni renkler yaratışı bilhassa çekicidir.
YAVRUAĞZI, GÜLKURUSU, CAMGÖBEĞİ gibi renk isimleri, onları yaratan milletin, bu günkü çocuklarından ne kadar zevkli, ne ölçüde anlayışlı olduğunun şahitleridir. Bu kelimeler, aynı zamanda Türk halkının renk kültürü hakkında çok derin konuşurlar. Çünkü, çok yerinde bir tarif, milletlerin renk nüanslarını bildikleri ölçüde medeni olduklarını söyler. Aynı tarife göre fert, fert insanlar da bu nüansları bildikleri ölçüde kültürlü ve medenidirler.
Böyle kelimeler, bazan eski renklerle başka sözlerin izdivacından doğar: GECEMAVİSİ, SUYEŞİLİ, AYVA-SARISI, NAR-KIRMIZISI böyledir. Hatta 35 Yaş şiirinin:
AYVA SARI, NAR KIRMIZI SONBAHAR
mısraı, tereddütsüz, halk zevkinden seçilmiş bu renklerle ve bu söyleyişlerler boyandığı için, hafızalarda kalmıştır.
Not: Bu makalenin devamını daha sonra yazacağım. Emin DEĞİRMENCİ

KELİMENİN TADI_02: CANAN, NALAN ve GÜLDALI_02

KELİMENİN TADI_02: CANAN, NALAN ve GÜLDALI_02: 28 Temmuz 1970 sabahı İstanbul Radyosu'nda bir hanım spiker, REVNAKİ EFENDİ'nin adını söyleyecek olmuştu. Kelimenin her hecesi uzun okunacaktı. Spiker hanım bunu hissedeyor, ancak hangi hece uzayacak? Bunu bilmediği için söylediği adı defalarca REVNAKİ diye a harfini uzatarak yanlış telaffuz etti. Halbuki uzanacak olan harf (i) olmalıydı.
İşte Türkçe ve Türkçeleşmiş bütün kelimelerde dikkat edilecek asıl nokta buradadır: Türkiye toprakları, Türkçenin sesine çok güzel bir uzun hece kazandırmıştır. Bu uzun hece başlangıçta Arapçadan Acemceden gelmiş gibi görünürse de zamanla onu MİLLİLEŞTİREN, vatan topraklarından yükselen sesler olmuştur. Şimdi Türkçeyi yıkmak isteyenler, bütün bu güzel sesleri yıkarak dilin vazifesini körletme yolunda büyük adımlar atmış bulunuyorlar.
Bunlar, dili, büsbütün mü yıkmışlardır?
Hayır, Türk dili ve Türk zevki, ciddi bir himmetle, tamamıyla ilmi ve akademik bir çalışma ile, bu korkunç neticeyi hala önleyecek kudrettedir. Yeter ki bu yıkımın kimler tarafından ve niçin yapıldığı ve nasıl bir netice alınmak istendiği, milletçe bilinsin ve mes'ul kimseler bu davayı ciddiyetle ele alsınlar.
Çocuklarına (bilmeyerek ve sırf sesi güzel olduğu için) NALAN adını koyanlar, bunun en meydanda ornekleridir.
Doğu Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden İstanbul'a, Ankara'ya ve başka büyük şehirlere akın eden halkımız var. Bunlar ailece gelip apartmanlarda kapıcılık, iç hizmetler ve başka işler yapıyorlar.
Adlarını öğreniyorum.
Bilhassa kadın adları dikkatimizi çekiyor:
GÜLŞAN, GÜLŞAH, GÜL, GÖNLÜ GÜL, YAZGÜLÜ, GÜLDALI, GÜLDANE, GÜL'İZAR, KIRGÜLÜ, GÜLBEYAZ hatta erkek adı olarak da bazan: GÜLBEY
Bu GÜLLÜ isimlerin, bu Anadolu'muzu gül bahçelerine çeviren güzel adların, bu derece ısrarla niçin konulduklarını ben biliyorum. Ama yine bilmezlikten gelerek soruyorum:
__ Sizin oralarda gül bahçeleri çok olmalı... Köy evlerinin bahçelerinde çok mu çiçek yetiştirirsiniz?
Adı, GÜLDALI olan kadın cevap veriyor:
__ Hayır Bey, bizim oralarda çiçek bahçesi ne gezer? Biz toprağı tarla diye kullanırız.
__ Peki, kızlarınıza bu kadar çok ve bu kadar güzel GÜL adlarını, yoksa GÜL'e hasret duyduğunuz için mi koyuyorsunuz?
__ Hayır Bey, bizim hasret duyduğumuz başkadır. Bizim oralarda inalılır ki GÜL, Hazreti MUHAMMED'in (Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammed) remz'idir. (işaret etme, işaret, ima)
Remz kelimesini de biliyordu. Verdiği cevap, aslında benim beklediğim ve bildiğim cevaptı: İslam dünyasında, bilhassa müslüman Türkler arasında 14 asırdan beri, tam bir gönül temizliğiyle ve büyük aşkla sevilen Hazreti MUHAMMED'i (S.A.S) temsil eden sembollerden biri de GÜL'dür. GÜL'ün, bu büyük Peygambere ALEM olduğunu ve bilhassa Anadolu halkının, atalardan kalma bir irfan mirasıyla kız hatta erkek çocuklarına GÜL adını bunun için koyduklarını nice şehirlilerimiz bilemez ama, köylümüz bilir. Çünkü Türk köylüsünün ne milli ne de dini irfanı modern mektebin YAZ-BOZ tahtası haline getirdiği, hedefsiz tedrisatla bozulmamıştır.
Hani sorsam,bana, FUZULİ'nin:
SUYA VERSÜN BAĞBAN GÜLZARI ZAHMET ÇEKMESÜN
BİR GÜL AÇILMAZ YÜZÜN TEK VERSE BİN GÜLZARA SU
beytini ve daha nice GÜL'lü beyitlerle söylenmiş, Hazreti MUHAMMED (S.A.S)medhindeki meşhur SU KASİDESİ'ni, hiç olmazsa oradaki GÜL'lerin manasını da bilecek.
GÜL kelimesinin aslı Farsçadır ve İran'da GUL telaffuz edilir. Ona GÜL inceliğini Türkler vermiştir. Burada Türk telaffuzu ve Türkiye toprakları, 2700 yıllık büyük bir lisan olan Türkçe'ye nasıl bir şahlanış kazandırmıştır? Bunu izah edecek değilim. Yukarıdan beri, bu hususlar, yine bu sahifelerde enine boyuna izah ve ispat edilmiştir. Burada söylenecek ve kulaklarda küpe olması istenecek söz şudur:
Türk milletini içinden yıkmak isteyenler onun önce dilini ve arkasından dinini devirmek yolundadırlar. Onun, tarihteki en büyük zaferlerini, bu iki asil kaynağa bağlı oluşla kazandığını da , onlar, çok iyi bilirler.
Yıkmak isteyişlerinin asıl sebebi, esasen budur.
(TÜRKÇE'NİN SIRLARI-Nihad Sami BANARLI-1972)(Sayfa 188, 189, 190, 191, 192)'den bizzat tarafımdan aynen yazılmıştır. Emin DEĞİRMENCİ Sayın ve sevgili öğrencilerime yeni 2013-2014 Öğrenim yılında sonsuz başarılar ve mutlu yarınlar dilerim.)

KELİMENİN TADI_02: CANAN, NALAN ve GÜLDALI_01

KELİMENİN TADI_02: CANAN, NALAN ve GÜLDALI_01: Üç kardeştiler. Bu üç kızın en küçüğüne sormuştum:
__ Sizin adınız nedir?
__ CANAN, Efendim.
__ Ya ablanızınki?
__ NALAN.
Daha büyük ablalarının da adı NAZAN'dı.
Hepsine birden sormak zorunda kaldım:
__ Peki, NALAN ne demek?
Bilmiyorlardı. Bu kelimenin manasıni anneleri de hatta babaları da bimiyordu. Onlar, sadece,kızlarına söz olduğu için bu ismi koymuşlardı. Nitekim, üçüncü kızın CANAN oluşu da hep o NAZAN ahenginin bir devamıydı.
Manasını bilselerdi, belki de kızlarına bu ismi koymazlardı.
Çünkü NALAN, bizim, Türkiye topraklarında kazandığımız ince ve uzun, iki a sesiyle seslendirilmiş, güzel sesli, bir kelime olmasana rağmen, manası, AĞLAYAN, İNLEYEN demektir.
Çocuklarına, dünyanın en güzel sesli ve güzel manalı kelimeleriyle ad koymak duygusundaki anne-baba'ların, manasını aramayacak kadar hoşlarına giden NALAN kelimesinin sırrı ve tılsımı ne idi? Bunu bir başka misal'le belirteceğim:
Bir aile toplantısında, bir yaz misafiri, ev sahiplerine soruyordu:
__ Bu akşam nereye gideceğiz?
Evin en küçük kızı, en güzel bir İstanbul Türkçesiyle şu cevabı veriyordu:
LALEZAR'A...
Dönüşte de misafirlerini DİVAN OTELİ'NE bırakacaklardı. DİVAN kelimesini de bazı edebiyat mütehassıslarımız (!) gibi, DİVAN değil, kelimenin bütün alışılmış sesiyle: DİVAN telaffuz ediyordu.
Bu kelimelerin Türkiye'de hala, hem de reklamatif bir ahenkle yaşamaları seslerinin TÜKÇELEŞMİŞ güzelliğindedir.
ÖZTÜRKÇECİLİK, ARI TÜRKÇECİLİK gibi sloganlardan bir KIZIL PERDE hesabına istifade ediliyordu. Bu perdenin arkasında milletiminiz önce dilini, sonra dinini yıkmak isteyen menfur emel gizleniyordu.
Bizim 25 yıldan beri yerlerinden haber verdiğimiz bu perde, son yıllarda birçok yerlerinden aralandığı ve yırtıldığı için, arkasındakiler, bütün çirkin suratlarıyla meydana çıktılar. Bunun sebebi, milletimizin bilhassa İSTİKLAL HARBİ yıllarında, KUVA-YI MİLLİYE RUHU ile kenetlenip yekpareleşmesinden doğan büyük milli kudrettir. Hiçbir düşman melletin gözünden ve korkusundan silinmeyen bu eşsiz kudreti, milletimizin önce DİL, sonra DİN birliğini çürüterek, yıkmak gayretleridir. İçimizde bu iç tasaddiye (teşebbüs) hizmet eden gafillerin sayısı ise, maalesef, beklenenden fazla olmuştur.
Aslında, CANAN, NAZAN ve hattı NALAN ve LALEZAR kelimelerinde ve benzerlerinde sevilen, bu sözlerin yabancı asıllardan Türkçeleşmiş oluşları değildir. Sevilen bu kelimelerdeki güzel sestir. Bu ses yabancı değildir. Böyle kelimeleri ne Arap ne de Acem, Türk gibi söyleyebilir. Bu kelimelerde seslenen ince-uzun A'lar, bilhassa ince-uzun LA'lar, böyle kelimelere, Türkiye topraklarında bizim milletimizin verdiği ses değerleridir.
(Not yazının devamını daha sonra yazacağım.) Emin DĞİRMENCİ

KELİMENİN TADI_02: MERDİVEN_03

KELİMENİN TADI_02: MERDİVEN_03: MERDİVEN
AĞIR AĞIR ÇIKACAKSIN BU MERDİVENLERDEN,
ETEKLERİNDE GÜNEŞ RENGİ BİR YIĞIN YAPRAK;
VE BİR ZAMAN BAKACAKSIN SEMAYA AĞLAYARAK...

SULAR SARARDI... YÜZÜN PERDE PERDE SOLMAKTA;
KIZIL HAVALARI SEYRET Kİ AKŞAM OLMAKTA...

EĞİLMİŞ ARZA KANAR MUTTASIL KANAR GÜLLER,
DURUR ALEV GİBİ DALLARDA KANLI BÜLBÜLLER,
SULAR MI YANDI? NEDEN TUNCA BENZİYOR MERMER?

BU BİR LİSAN-I HAFİDİR Kİ RUHA DOLMAKTA;
KIZIL HAVALARI SEYRET Kİ AKŞAM OLMAKTA... Ahmed HAŞİM
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
MERDİVEN kelimesinin Türkçe'de en güzel kullanışı galiba Ahmed HAŞİM'İN Merdiven şiirindedir. Bu şiirdeki: AĞIR AĞIR ÇIKACAKSIN BU MERDİVENLERDEN mısraı, bizi bir anda şiir iklimlerine götürecek güzelliktedir. Bu güzellik, Türkçe AĞIR AĞIR ÇIKMAK
sözüyle Farisiden Türkçe'leşmiş MERDİVEN kelimesinin altın kaynakla birleşmesindeki BÜTÜNLÜK'dedir.
Bir okuyucum, MERDİVEN kelimesinin nice olduğunu soruyor. Hemen söyleyeyim ki MERDİVEN diye bir kelime yalnız Türkçede vardır. Bu kelime de, asılı hangi dilde olursa olsun, Türk halk dehasının ve Türk dili musıkısinin millileştirdiği sözler arasındadır.
MERDİVEN'İN aslı, Fariside NEVERD-İ BAM idi. Kelime, tavana yükselen KIVRIM, BASAMAKLI YOL, kısaca MERDİVEN demekti. Aynı dilde, aynı söz, zamanla NERDBAN sesiyle kelimeleşti.
MERDİVEN, yukarı çıkmaya, yükselmeğe vasıta olduğu için, İran Edebiyatının da şiirine, hikmetine işlenmişti. Bir misal olarak, HAKİM SENA'İ, "Göğe yükselmek, tek kelime ile, YÜKSELMEK için, iyi davranışlardan ve çalışmadan daha iyi merdiven yoktur." diyordu. Yine Fariside yolların ve yolculuğun güçlülüğünü gidermek için yolda bir arkadaşla konuşa görüşe yürümeye de __Türkçede YOL MERDİVENİ diyebileceğimiz, __ hususu bir deyim kullanılırdı.
Bu kelime, bizim eski edebiyatımıza önce NERDBAN sesiyle işlenmiş sonra, Türk söyleyişi ona NERDÜBAN ahengini vermişti. Yahya Kemal'in MAHURDAN GAZEL'deki:
NERDÜBANLAR BUSİŞ-İ NERMİN-İ DAMAMIYLE MEST
İNDİ BİN İŞVEYLE BİR KAŞANE-İ FAĞFURDAN
söyleyişinde kelime böyle kullanılmıştır. Aynı kelime Türkçede, zamanla, MERDÜVAN ve MERDÜVEN sesini almış ve nihayet MERDİVEN güzelliğiyle Türkçeleşmiştir. Bugün Farisinin NEVERD-İ BAM'ı hatta NERD-BAN'ı Türkçe'nin MERDİVEN'i arasında ancak çok uzaktan, HAYAL MEYAL bir benzeyiş vardır. MERDİVEN, Türkçe'dir. O kadar ki böyle bir kelime artık Farisi olamaz. Bugün kökü başka dildedir diye öldürülmek istenilen daha pekçok kelime gibi, MERDİVEN de bin yıllık bir Türk dili tarihi boyunca işlenerek HALİS TÜRKÇE sözlerden olmuştur.
Arapça'da MERDİVEN'in bir adı da Mİ'RAC'dır. Fakat bu kelime müslümanlıktan sonra daha çok, HAZRET-İ MUHAMMED'in (S.A.S) TANRIYA YÜKSELİŞİ manasında kullanılmış, bu manada mukaddesleşmiş, böyle meşhur olmuştur. Mİ'RAC ve MERDİVEN yakınlığının çok güzel bir nüktesi ise (hatırımda kaldığına göre) KEÇEZİZADE FUAD PAŞA'ya atfolunan bir sözdür: Galiba bir diplomatlar meclisinde koyu bir Hıristiyan diplomatı Paşa'ya sormuş:
.__Sizin Peygamberinizin Allah'a yükseldiği doğru mudur?
.__Evet ekselans.
.__Peki hangi merdivenle?
.__Gayet basit ekselans, sizin peygamberiniz Hz. İsa'nın göğe çıkarken kullandığı merdivenledır.
Türk mimarisinde merdiven bilhassa son arıslarda şehir ve abide dekorlarını süsleyip bütünleyen bir zevk çizgisi olmuştur. Cami ve sarayların geniş, beyaz merdivenleri böyledir. Eski ve büyük, ahşap yalılarla konakları süsleyen, billur trabzanlarla, süslü, zengin, ahşap merdivenler de böyledir. Eskiden, bazı Türk evlerinde bu sıcak, ahşap merdivenlere beyaz ketenler yayılır, bu keten yol keçeleri, Türk'ün temizlik anlayışının da beyaz bir ifadesi olurdu.
Türkçe'de KIRKINA MERDİVEN dayamak gibi mecazi manalar da alan MERDİVEN, çeşitli MERDİVEN adları ve çizgileriyle, görülüyor ki, Türkçe'dir. Uydurmacılar, Türkçe'nin bir serveti haline gelmiş MERDİVEN kelimesini de öldürmek için elbet bir çare düşünmüşlerdir. Belki de ÇIKAÇ ya da ÇIKAK gibi sözleriyle onu da özleştirmek (!) yolundadırlar.
Bereket versin ki Türk Halkı ariftir, bu işteki hileyi anlamıştır. O yine MERDİVEN diyecek ve layık olduğu her yüceliğe maddi, manevi merdivenlerle yükselecektir.
Bu yükseliş, tam bir ağırbaşlılık içinde sağlam adımlarla olacak ve Ahmed HAŞİM'in: "AĞIR AĞIR ÇIKACAKSIN BU MERDİVENLERDEN" söyleyişine uyacaktır.
TÜRKÇE'NİN SIRLARI 1972 İSTANBUL Sayfa: 145, 146, 147'den bizzat tarafımdan aynen dikte edilmiştir. (İstanbul Fetih Cemiyeti'nin 66'ncı ve İstanbul Enstitüsü'nün 53'üncü kitabıdır.) Yazan: Emin DEĞİRMENCİ (Udi)

KELİMENİN TADI_02: MERDİVEN_02

KELİMENİN TADI_02: MERDİVEN_02: (MERDİVEN)
AĞIR, AĞIR ÇIKACAKSIN BU MERDİVENLERDEN,
ETEKLERİNDE GÜNEŞ RENGİ BİR YIĞIN YAPRAK;
VE BİR ZAMAN BAKACAKSIN SEMAYA AĞLAYARAK...

SULAR SARARDI... YÜZÜN PERDE, PERDE SOLMAKTA;
KIZIL HAVALARI SEYRET Kİ, AKŞAM OLMAKTA...

EĞİLMİŞ ARZA, KANAR MUTTASIL KANAR GÜLLER,
DURUR ALEV GİBİ DALLARDA KANLI BÜLBÜLLER,
SULAR MI YANDI? NEDEN TUNCA BENZİYOR MERMER?

BU BİR LİSAN-I HAFİDİR Kİ, RUHA DOLMAKTA;
KIZIL HAVALARI SEYRET Kİ, AKŞAM OLMAKTA... Ahmed HAŞİM
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Ahmed HAŞİM, tabiatın soluk renklerine, hayal gücünü hareketlendiren renk ve ışık oyunlarına ve bu unsurlar bakımından zengin olduğu için gurub vaktina düşkün, böyle manzaralar karşısında insanın iç ürperişlerini dile getiren bir şairdir.
Merdiven şiiri de bir gurub manzarasının ilhamı içinde yazılmıştır. Vakit akşam üstüdür. Güneş batmak üzeredir. Bütün tabiatta gurub vaktinin yer, yer kızıllaşan, soluk sarı rengi hakimdir. Bu sebeple sular sararmış ve bazı yerde tutuşmuş gibi kırmızı bir renk almıştır. Beyaz renkli mermer, sararmış tunca benzemiştir. Yere doğru eğilmiş vaziyette, kırmızı renkleriyle biteviye kanayan bir yarayı andıran güller, daha da koyulaşmıştır. Edebiyatta gülün mustarip aşığı olarak sembolleşmiş olan bülbüller de kondukları alev renkli dalların üstünde kanlı gibi (kızmızılaşmış) durmaktadırlar. Bütün manzara ve özellikle batı ufkunda kızıllaşan gökyüzü, akşam olduğunu, biraz sonra her şeyin koyu bir karanlığa gömüleceğini ihtar etmektedir.
Bütünüyle bu tablo, bu gurub manzarası, ruha dolan, insana birçok şeyler hatırlatan, düşündüren, hayal ettiren, insanı duygulandıran gizli bir dildir.
Şair, TAHATTUR şiirinde "mutade benzemeyen bakışı", KARANFİL şiirinde "kırmızı dudağı", O BELDE'DE "gözlerindeki hüzün" ile görünen hayalındeki kadını bu manzaraya da koyar: Yüzü perde, perde solmaktadır. Şair onu kızıl havaları seyretmeye çağırır. O, eteklerinde Güneş renkli (sararmış) bir yığın yaprak olduğu halde, merdivenden ağır, ağır çıkacak, son basamağa geldiğinde duracak ve bir müddet ağlayarak gökyüzüne bakacaktır. Ruha dolan gizli bir dil olan gurub manzarası onu duygulandırmıştır; manzaranın anlattıklarını anlamıştır.
Acaba bu manzara ne anlatmakta, şairi en çok hangi bakımdan duygulandırmakta ve böyle bir manzarayı seyreden kadın (veya insan) niçin ağlamaktadır? Ahmed HAŞİM, sembolizm denilen edebiyat akımından derin izler taşıyan bir şairdir. Hatta bazıları "O sembolist bir şairdir." bile demişlerdir. Bu bakımdan, bu şiirdeki bazı kelimelere sembolik anlamlar da verebiliriz:
Ağır ağır çıkılan merdiven, insan ömrü olabilir. Gurub, bu ömrün son demleridir. Güneş renkli, solgun yapraklar, şairin TAHATTUR'UN sonunda da söylediği gibi, insan ömrünün sonunda elde kalan tek şey olan hatıralarıdır. Bitmekte olan gün gibi, acı tatlı birçok olaylar dolu olan ömrünün de sonudur. Dönüşü olmayan ve sükunlu bir geceye açılan akşam, yani ölümdür. Nasıl geçmiş olursa olsun, birçok hatıralarla ve bu hatıraların verdiği zevkle dolu olan bu dünyadan ayrılmakta da gözleri yaşartan bir taraf vardır. Manzaranın anlattığı ve hatırlattığı da işte bu olsa gerektir.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Yukarıdaki yazı "Lise ve dengi okullar için Nazım yönüyle Yardımcı Edebiyat Kitabı 3 Yazanlar: Sevgi GÖKDEMİR, Ayvaz GÖKDEMİR
ÖTÜKEN Yayınvevi A.Ş. Klodfarer Cad. 40/7
Kapak: Olcay OKAN Baskı: Kuşak Ofset Tesisleri Cilt: Günsan Ciltevi
Sayfa: 227, 228, 229'dan bizzat tarafımdan aynen not alınmıştır.
Emin DEĞİRMENCİ (Udi ve bestekar)
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Akın ÖZKAN, 19.07.1957'de ŞEVKEFZA Makamında 5/4 Türk Aksağı usulünde bestelemiştir. TRT Repertuar Numarası 10262'dir. Şöyle ki:
SULAR SARARDI YÜZÜN PERDE PERDE SOLMAKTA
KIZIL HAVALARI SEYRET Kİ AKŞAM OLMAKTA
BU BİR LİSAN-I HAFİDİR Kİ RUHA DOLMAKTA
KIZIL HAVALARI SEYRET Kİ AKŞAM OLMAKTA
Yukarıdaki şekilde yazılan şarkının notası 20 ölçüdür. Bakınız: TRT Nota Arşivi

KELİMENİN TADI_02: MERDİVEN_01

KELİMENİN TADI_02: MERDİVEN_01: (MERDİVEN)
AĞIR, AĞIR ÇIKACAKSIN BU MERDİVENLERDEN,
ETEKLERİNDE GÜNEŞ RENGİ BİR YIĞIN YAPRAK;
VE BİR ZAMAN BAKACAKSIN SEMAYA AĞLAYARAK...

SULAR SARARDI YÜZÜN PERDE, PERDE SOLMAKTA;
KIZIL HAVALARI SEYRET Kİ, AKŞAM OLMAKTA...

EĞİLMİŞ ARZA, KANAR MUTTASIL KANAR GÜLLER,
DURUR ALEV GİBİ DALLARDA KANLI BÜLBÜLLER,
SULAR MI YANDI? NEDEN TUNCA BENZİYOR MERMER?

BU BİR LİSAN-I HAFİDİR Kİ RUHA DOLMAKTA;
KIZIL HAVALARI SEYRET Kİ, AKŞAM OLMAKTA... Yazan: Ahmed HAŞİM
VEZNİ: me fa i lün/fe i la tün/me fa i lün/fe i lün/(fa'lün)

Bana göre bu şiirin açıklaması şöyledir: Bir insan doğar, yaşar ve ölür. İşte bütün bu doğumdan hayata gözlerimizi yumduğumuz bu zaman zarfına hayatımızın merdiveni diyoruz. Bu merdiven aynı zamanda MİRAÇ anlamındadır. Hazreti Muhammed'in (Sallahü Aleyhi ve Sellem-Allahümme sallı ala seyyidina Muhammed) göğe yükseldiği andır. Bu an müstesnadır. Bu hayat merdivenlerinden biz insanlar, ağır adımlarla çıkmalıyız. Eğer birdenbire hızlı bir şekilde çıkarsak, o zaman çabuk yoruluruz. Bilgilerimizi ve becerilerimizi zihnimize tam olarak inkişaf (geliştirme) ettirmeliyiz. Zaten bir insan, iyi ve doğru bilgileri beyninin gelişme anının sona erdiği zaman olan çocukluk evresinde alır. Yani bir çocuk iyi ve kötü alışkanlılıklarını ancak çocukken kazanır. Şunu çok iyi bir şekilde düşünmeliyiz. Bir insanın beyni hiçbir zaman yorulmaz. Çünkü insan beyni KİMYASAL MENŞELİ'dir. Esasında yorulan gözlerimiz ve bedenimizdir. Biraz dinlendikten sonra çalışmalarımıza tekrar başlarız.
İşte, ilköğretim, lise, üniversite, askerlik, iş hayatına atılmak ve hayat arkadaşımızı seçmek, onunla hayatımızı birleştirmemiz, doğacak olan çocuklarımızdır.
Yaptığımız iyi şeyler veya kötü şeyler... Bir de arkamıza bakacağız ki, aşağıda bizi yetiştiren annemiz, babamız, öğretmenlerimiz, sanki bir yaprak misali, ağaçların altında olduğunu görürüz. Yani onlar hayata gözlerini çoktan yummuşlardır. Bundan hiç haberimiz bile olmaz. Bu sevdiklerimizin arkasından ne kadar ağlasak ve üzülsek de onları geri getiremeyiz.
Daha sonra yaşlanacağız ve yüzümüz yavaş, yavaş kırışacaktır. İşte o zaman sanki Güneş'in ufuk çizgisinden kaybolduğu an gibi hayatımızın sonuna doğru geldiğimizi anlayacağız. "akşam olmakta" nın anlamı budur. Buradaki düşünce asla ve asla ideolojik değildir. Zaten her insanın ideolojisi daima başka başkadır. Bunun da elbette bu şekilde farklı olması gerekir. Bu sadece bir nevi benzetmedir. İşte, Güneş'in ufuk çizgisinde kaybolmaya yüz tuttuğu anda, ağaçların yaprakları sanki yanan bir kor ateşini andırıyor. Bu yapraklar hızlı bir şekilde rüzgarın gücüyle aşağıya doğru düşerler. Burada kanlı bülbüller, bir nev'i insanlara benzetilmektedir.
Deniz sahillerinde mermer kırıntıları olabilir. Batan güneşin meydana getirdiği bu anın sulara yansımasıyla birlikte suların sanki yanıyor gibi bir görüntü verdiğini zannedebiliriz. "neden tunca benziyor mermer?" dediği bu anlamdadır.
İşte bütün bu hayatımızın akışını ve kaderimizin bizleri nereye götüreceğini yalnız ve yalnız Allah bilir. Bu şiirde emin olun Allah'ın varlığı ve birliği ön plandadır. Bütün bu gizli sırları kimse bilmez. Böylece şair en sonunda da topraktan geldik; yine toprağa döneceğimizi anlatmak istemektedir.
O anda ölüm döşeğindeyiz ve gözlerimizi hayata kapatmak üzere olduğumuzun resmini çizmektedir. Ahmed HAŞİM, Türkiye'deki SEMBOLİZM Edebiyat akımınını yegane öncülerindendir.
Bilinmeyen kelimeleri yazdım:
KIZIL: 1-Kan renginde olan. 2-Aşırı derecede olan. 3-İri ve kırmızı lekeler döktüren ateşli ve bulaşıcı hastalık.
SEMA: Gökyüzü.
ARZ: 1-Genişlik, en. 2-Yer, yeryüzü. 3-Gösterme. 4-Saygıyla bildirme.
KANAR yani KANMAK: 1-İnanmak. 2-Doymak. 3-Yer bulmak. 4-Tatlı söze aldanmak. (Kandırmak).
MUTTASIL: 1-Bitişik. 2-Durmaksızın, durmadan, aralık vermeden, biteviye.
TUNÇ: Bakırla çinko karışığı sarı maden, pirinç.
LİSAN: Dil.
HAFİ: Gizli, gizlilik. Başkalarından gizlenmiş olan, saklı, bilinmeyen.
LİSAN-I HAFİ: Gizli dil.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Rifat Necdet EVRİMER'İN yazdığına göre:
Bu şiir, Cavide Hayri Hanım tarafından ŞEDDİARABAN Makamı'nda ve Yürük Semai usulünde bestelenmiş, notası "DERGAH" mecmuasında yayınlanmıştır. Ayrıca Emin DEĞİRMENCİ tarafından da Hicaz Makamında bestelenmiştir. Fakat TRT de yayınlanır kararı alamamıştır.
Almanca ve Fransızca'ya da çevrilen bu şiirde Şeyh Galib'in tesiri duyulmaktadır. Şeyh Galib'in "Hüsn-ü Aşk" mesnevisinde:
BİLMEM Kİ NEDİR NİHAL-İ GÜL-NAR
ATEŞ Mİ BİTİRDİ YOKSA GÜL-ZAR
beyti ile bu şiirin yedinci mısraı arasında bir benzerlik bulunduğu ifade edilmektedir.
FECR-İ ATİ Şairleri Ahmed HAŞİM Yazan: Rifat Necdet EVRİMER İnkılap Kitabevi TAN Matbaası 1959-İSTANBUL

KELİMENİN TADI_02: YUNUS'UN TÜRKÇESİ_02

KELİMENİN TADI_02: YUNUS'UN TÜRKÇESİ_02: Yanlış ve sapıtmış bir dil anlayışı içinde Türkçemizi baltalayanların göremedikleri ya da görmek istemedikleri büyük gerçek şudur ki, Türk Milleti'nin hakim millet olduğu İslam medeniyeti asırlarında o üstün duruma ulaşırken fethettiği topraklar gibi, fethettiği kelimeler de vardır. Türklük bu kelimeleri, tıpkı yeni vatan toprakları gibi, kendi zevki, san'atı ve dehasıyla işleyerek Türk ve Türkçe yapmıştır. İşte YUNUS EMRE de, Türkçemizin çok sayıda kelimesini böylesine millileştiren bir lisan fatihidir. Mesela, Anadolu Türkçesi'nde türlü mana kazanıp Türkçeleşmiş bir GARİB kelimesi vardır. Bu kelime, Anadolu'daki zengin ve büyük hayatına YUNUS'UN şiiriyle başlamıştır. ilk fetih asırlarında yeni vatana gelen Türkler, bir yerde VATAN TUTUP yerleşinceye kadar, türlü GURBET SIZILARI duyarlardı. Buna tasavvuf felsefesinin İLAHİ VARLIKTAN GURBETE OLUŞ fikri de katılınca gerek GURBET gerek GARİB sözleri, daha birçok nüanslarıyla Türkçede büyük hayat kazandılar. Doğdukları ya da VATAN TUTTUKLARI yerlerden tam bir Allah aşkıyla ayrılıp diyar diyar dolaşan ve her gittikleri yerde halka, Allah'a varma yolları gösteren GEZİCİ DERVİŞLER ve ABDALLAR da yeni yurdun GARİB'leriydi. YUNUS EMRE'NİN:
ACEB ŞU YERDA VAR M-OLA
ŞÖYLE GARİB BENCİLEYİN
BAĞRI BAŞLU GÖZİ YAŞLU
ŞÖYLE GARİB BENCİLEYİN
dörtlüğüyle başlayan şiirinde GARİB'İN çeşitli mana zenginlikleri vardır. Böylelikle Türk'ün irfan ve gönül gücüyle fethedilmiş kelimelerden biri de bu GARİB'DİR.Türkçe'de: GURBETTE KALMIŞ, KİMSESİZ, ZAVALLI, FAKİR, DEĞİŞİK, TUHAF, YABANCI, İÇE DOKUNAN, TESİRLİ, ANLAŞILMAZ, ALLAH AŞIKI, DERVİŞ, MECZUB v.b. gibi manalar kazanmış bu GARİB sözü, ayrıca GARİBLİK, GARİBSEMES, AKŞAM GARİBLİĞİ v.b. gibi kullanışlarla da Türkçeleşmiştir.
Meşhur bir ilahisinde:
TAŞDIN YİNE DELİ GÖNÜL
SULAR GİBİ ÇAĞLAR MISIN
AKDIN YİNE KANLI YAŞIM
YOLLARIMI BAĞLAR MISIN

NİDEM ELİM ERMEZ YARE
BULUNMAZ DERDİME ÇARE
OLDUM İL'İMDEN AVARE
BENİ BUNDA EĞLER MİSİN
gibi dörtlüklerle, Türkçeye kuş dili'ni söyleten YUNUS EMRE, Anadolu Türkçesinde yeni yeni başlayan UZUN HECE'LERİN de hemen ilk şairidir. Her dile çok sesli musıkilerin büyük imkanlarını veren bu UZUN HECE'Yİ dilde duymaya başlamak, Türkçeye her şeyden çok Akdeniz ikliminin kazandırdığı üstün bir estetiktir. Yukarıdaki mısraların YARE, ÇARE, AVARE gibi kelimelerini hemen hemen bugünkü sesleriyle kullandığı, YUNUS EMRE'NİN bilhassa ARUZ'LA seslendirilmiş şiirlerinden bellidir. Bu seslendirişte Anadolu'da yine YUNUS'LA başlayan "Türkçe'nin ARUZ'LA anlaşması, duyulur. BU HADİSE, Türkçe'nin müzikal tekamülünde NOTA vazifesi görmüş bir vezinle büyük bir SES GÜZELLİĞİ'NE doğru ilerlemesi Tarihi'nin de başlangıcı sayılabilir.
YUNUS EMRE TÜRKÇESİ, burada gösterilemeyecek kadar zengin, milli yüksek inanış ve düşünüş çizgileriyle süslü ve güzel sesli varlığıyla, onu okuyan her Türk'de büyük gurur uyandırır. Bu Türkçe HALİS TÜRKÇE hatta BEYAZ TÜRKÇE'DİR. Fakat aynı Türkçenin kuruluş ve yükselişi, hiçbir övünüşe, hiçbir gösterişe tenezzül edilmeden, herhangi bir TÜRKÇECİLİK PROPAĞANDASI'NA baş vurulmadan, büyük bir şairin kendi Türk dili kültürüyle ve Türkçenin içinde oluşuyla gerçekleşmiştir.
Bu Türkçe anlayışında ne zararlı kelime ırkçılıkları, ne de millete zorla kabul ettirilmek istenen UYDURMA SÖZLER vardır. YUNUS EMRE, tam bir büyük şair sezişiyle milletinin lisanını HİSSETMİŞ ve ondaki güzel sesi duymuştur. Yine çok olgun bir insan olarak, kendileriyle medeni alışverişler yapılan başka milletlerin dillerinden alınmış kelimeleri, bir imanın ve irfanın ifadesi için en tabii sözler bilerek Türkçenin sesine, mimarisine ve estetiğine göre söylemekte gösterdiği hüner ve olgunluk, yaptığı her iş kadar büyüktür.
YUNUS EMRE'NİN Türkçe'yi kavrayış ve kullanışı, BİR DİLİN SESİ ve MİMARİSİ MİLLİ OLMALIDIR, diye ancak bugünkü makayeseli dil bilgisinin vardığı neticeye bundan yedi asır önce varmış, öylesine ileri bir anlayışa uygundur.
NOT: TÜRKÇENİN SIRLARI-1972-Nihad Sami BANARLI-Sayfa: 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90'dan bizzat tarafımdan bu satırları ben Emin DEĞİRMENCİ F klavyemde o parmak ile yazmış bulunuyorum.

KELİMENİN TADI_02: YUNUS'UN TÜRKÇESİ_01

KELİMENİN TADI_02: YUNUS'UN TÜRKÇESİ_01: XIII. Asır, Anadolu'da Türkçe'nin şahlanışı bakımından, bir YUNUS EMRE asrıdır. Bu asırda, bugünkü Türkiye topraklarından, gerçek bir DİL İNKILABI olmuştur. Bunun başlıca sebebi, Anadolu'da Türk nüfusunun gün geçtikçe artması ve bir ekresiyet sağlamasıdır. Halk ekseriyeti Türk olan bir vatanda, büyük halk edebiyatına sahip bir milletin kültür ve edebiyat dilinin de Türkçe olması ya da Türkçe'ye dönmesi, çok tabiidir.
XIII. Asır ortalarında başlayan bu DİL İNKILABI, başka dillerden kelimeler ve kaadideler almış bir dilin, bütün bu yabancı unsurları TASFİYE ederek katıksız Türkçe'ye dönmesi iddiasında, TÜRKÇE'DEN TÜRKÇE'YE bir inkılap değildir. Çünkü o yıllara kadar, Selçuk Devleti'nin sahip ve hakim olduğu ülkelerde Türkçe, ne bir KÜLTÜR ve EDEBİYAT DİLİ'NE de RESMİ DİL olabilmişti. Hemen iki asrı aşan bir zaman içinde, Türklerin İLİM DİLİ, doğrudan doğruya ARAPÇA olmuş, edebi eserler FARİSİ ile yazılmış devletin RESMİ LİSANI olarak da batan ARAPÇA, çok kere FARİSİ kullanılmıştır.
Bu sebeple YUNUS EMRE asrındaki DİL İNKILABI, büyük ölçüde bir inkılaptır ve doğrudan doğruya YABANCI DİLLERDEN TÜRKÇE'YE bir geçiştir.
İşte Anadolu'da XIII. Asırda başlayan ve bir daha yerini hçbir yabancı dile bırakmayan Türkçe'nin bu kat'izaferinde YUNUS EMRE'NİN aziz hizmeti vardır. Ancak, YUNUS EMRE TÜRKÇESİ, günümüzde her kelimeyi yanlış kullanmaya alışmışların bilerek veya bilmeyerek söyledikleri gibi ÖZTÜRKÇE değildir. BU DİL, ortak İslam MEDENİYETİ içinde öteden beri gelişmeye başlamış, yine ORTAK MEDENİYET dilledinden Türkçeleştirilmiş kelimelerle zengin bir İSLAMİ TÜRK DİLİ'dir. Nasıl bugünkü Batı medeniyeti milletlerinin dillerinde eski YUNAN ve LATİN dillerinden ya da birbirlerinden alınıp millileştirilmiş yığın yığın kelime varsa, dünkü İSLAM MEDENİYETİ milletlerinin dillerinde de başka dillerden alınma birçok kelime vardır.
Türk milleti, bilhassa Anadolu ve Balkanlar Türkiyesi'nde bu yabancı menşe'li kelimeleri, YUNUS EMRE asrından bu yana, büyük bir temsil kudretiyle TÜRKÇELEŞTİRMİŞ, bunların pek çoğunu kendi dilinin sesine ve estetiğine uygun TÜRKÇE SÖZLER haline getirmiştir.
İmanı ve ideali gereğince, geniş halk topluluklarına ses duyurma vazifesindeki YUNUS EMRE'NİN Türkçesi, işte bu şartlar içinde sade ve çok güzel bir halk lisanıdır.
Bizde YUNUS EMRE ORATORYOSU'NUN icrasında bulunanlar, bu eserde adeta iki ayrı musıki dinlemişlerdir: Eserin büyük kısmı, belki güzel fakat kilise musikisini andıran, gamlı hatta karanlık bir ifade içindedir. Bu karanlığın içinden ise, yer yer, göz ve gönül aydınlatan ışıklar yanıp söner. Dinleyenler, kendilerini sesten ve ışıktan örülmüş bir başka alemde hissederler.
Bunlar, oratoryo'da melodileri asırların Türk halkı tarafından yaratılmış, hakiki YUNUS İLAHİLERİ'NİN armonize edildiği bölümlerdir. YUNUS EMRE ORATORYOSU, bizim mistik halk musıkimizle kilise musıkisini karşılaştırma imkanı veren, karanlığa ışık sunup yapılmış siyah-beyaz bir kompozisyon tesirindedir.
İşte, YUNUS EMRE asrına kadar, bilhassa Selçuk Türkleri tarafından türlü zaruri sebeplerle-yaşanılmış Arabi ve Farisi devirlerini, Türkçe için bir KARANLIK DEVİR diye düşünürsek, YUNUS EMRE'NİN saf ve samimi bir Türkçe ile; Türk vezin, şekil ve kafiyeleriyle söylediği ilahiler, o asırların Arabi ve Farisi karanlığında böylesine parıldayan birer TÜRKÇE IŞIK'TIR.
Yunus EMRE, yeni vatan coğrafyasının topraktan yükselen bütün güzel seslerini Türk halk diliyle birleştirmiş, Anadolu Türkçesi'ne o çağlara kadar hiçbir Türkçede görülmemiş bir musıki işlemiştir. Anadolu'da bir felsefe olmaktan yükselerek bir iman derecesine varan ve çok sayıda halkı kendi ışıklı çerçevesine toplayan TASAVVUF FELSEFESİ'Nİ YUNUS, Türk diliyle söylemenin, hem de kifayetli söyleminin sırlarını bulmuştur.
Daha XII. Asırda, Türkistan'da AHMED YESEVİ ile başlayan, Türk diliyle tasavvuf edebiyatı, YUNUS'UN ilahilerinde türkçenin zaferleri olmuştur. Dinin ve tasavvufun Türklerden önce Araplar ve İranlılar tarafından geliştirilmiş Arapça ve Farsça sözleri, terimleri, YUNUS'UN TÜRKÇESİNDE EBEKUŞAĞI altından geçmişcesine milliyat de değiştirip Türkçeleşmiştir. Büyük şair, bu yolda bir kelime bile uydurmaya tenezzül etmemiş, ilahilerinin nice tılsımlı sözlerini, kendileriyle haşır neşir olduğu Türk halkının yaşayan dilinden derlemiştir. Bulamadıklarını, Arabiden, Farisiden almış fakat öyle bir eda ile kullanmıştır ki, bu kelimeler sanki öteden beri Türkçe imişler gibi milli bir ses, milli bir çehre almıştır. VAHDET-İ VÜCUD görüşünün, İNSANDA TANRI inanışını:
BENİ BENDE DEMEN BENDE DEĞÜLEM
BİR BEN VARDUR BENDE BENDEN İÇERÜ
gbi, halis Türkçenin bu ölçüde bu kadar boyasız, pırıltısız malzemesiyle fakat bu kadar aydınlık söyleyebilmek için, YUNUS'UN her bakımdan MİLLİ DEHA'YA sahip olması lazımdır ki, onun Türkçesinde ışıldayan nur, işte TÜRKÇENİN DEHASI'DIR.
Böyle, TÜRKÇE SÖZLER kadar TÜRKÇELEŞMİŞ kelimeleri de kullanmakta YUNUS aynı dehayı gösterir. Mesela, Anadolu Türkçesi'nde dilimizin ve sanatımızın en milli çizgisi olmuş ELİF sözü, bir gün, Türk kızlarına isim olacak kadar millileşmeğe YUNUS'UN şiiriyle başlamıştır.
ALLAH ADI'NIN ve İslami Türk yazısının ilk harfi ELİF, Türkiye'de bir sevgi çizgisi olarak levhalara, camilere işlenmiş; bir taraftan tasavvufta HAKİKAT'İN sembolü bilinmiş; bir taraftan da narin endamı ve mevzun (tartılmış) çizilişiyle öylesine güzel Türk kızlarına isim olmuştur.
YUNUS, bir tek ELİF'DE manaların hepsini toplu bulma irfanıyla söylediği:
DÖRT KİTABIN MANİSİ BELLİDÜR BİR ELİF'DE
SEN ELİF'İ BİLMEZSİN BU NİCE OKUMAKDUR
mısralarıyla, Anadolu'da ELİF'İN ilk ilahisine başlar. Bir başka ilahisinde de aynı görüş ve duyuşu:
YEDİ MUSHAF MANİSİ BELLİDÜR BİR ELİF'DE
BA DEDÜRMENÜZ BANA BEN BU YOLDAN AZARUM
BİR ELİF TAHSİL EDEN MÜNEZZEHDÜR İLİMDEN
ENDİYE İKLİMİNDE NİÇE DÜŞÜP GEZERÜM
diye, daha geniş tekrarlar. İşte bu söyleyiş ve bu başlangıçtır ki, ELİF'E Türk hayat ve san'atında ölümsüz yer ayırır ve bir gün, KARACAOĞLAN'IN şiirinde aynı kelime:
ELİF UĞRU NAKIŞLI,
YAVRU BALABAN BAKIŞLI;
YAYLA ÇİÇEĞİ KOKUŞLU,
KOKAR ELİF ELİF DİYE
şeklinde türküleşir.
NOT: Makalenin devamını daha sonra yazacağım. Emin DEĞİRMENCİ

KELİMENİN TADI_02: DİL VE EDEBİYAT DERSLERİMİZ

KELİMENİN TADI_02: DİL VE EDEBİYAT DERSLERİMİZ: Dil ve edebiyat derslerimizden milletin şikayetleri çoğalmaktadır. Bunun sebebi dil ve edebiyat derslerini birtakım sol ideolojilere alet eden öğretmenlerin belirlemesidir.
Aslında Türk dili ve edebiyatı dersleri, çocuklarımıza milli dilin, Türk edebiyatının ve Türk edebiyatı tarihinin öğretilmesi içindir. Bu dersler, milli şahsiyeti olan bir zevkin, böyle bir kültür ve tefekkürün gelişmesini sağlar. Bunu yaptığı ölçüde vazifesini de yapmış olur.
Türk edebiyatını küçük düşürmemek şartıyla, edebiyat ve edebiyat tarihimizin, dünya edebiyatıyla mukayeseli bir tarzda öğretilmesinde, ayrıca fayda vardır. Bu, çocuklarımızın kafasında, başka milletlerin duyuş, düşünüş ve yaratılışına, hakiki terbiyeciler vasıtasıyla, bir pencere hatta bir kapı açmak demektir.
TÜRK DİLİ ve EDEBİYATI ÖĞRETMENLERİ, bu kapıyı ardına kadar açıp, çocuklarımızı başka kültür ve sanatlarda kaybetmemek için, bunun dozunu bulabilmek, hatta bilmek zorundadırlar.
Aslında, Türkiye'de dil ve edebiyat okutan hocalarımızın mühim bir kısmı, bu ölçüyü bilen, bu vazifeyi ve bu mes'uliyeti idrak etmiş kıymetli elemanlardır.
Öğrencinin kesafetine, programların kifayetsizliğine, içten ve dıştan yapılan menfi müdahalelere, dili ve edebiyatı kasden bozmak isteyen, kitapların mevcudiyetine rağmen, bu aziz öğretmenler, kendi milli dillerinin ve edebiyatlarının bir müdafi olarak, büyük vazife görüyorlar.
Fakat desteklenmiyorlar!
Dayandıkları tek mesned, kendi millikültürleri ve vicdanlarıdır.
Büyük bir milletin, çok hain bir gidişle, topyekun aşırı uçlara kaydırmak istendiği bir devirde, Türkçenin bu aziz koruyucularını, Türkiye'nin yarını, şüphesiz, minnetle anacaktır.
Hem böyle öğretmenlerimiz, genç ve yaşlı diye ikiye de ayrılmıyorlar. Çok defa, menfi ellerde, mes'uliyetsiz kafalar tarafından ters yolda yetiştirilmek istendikleri halde, içlerinde, yine kendi sağduyularıyla gerçeği bulan elemanlar da çoktur. Bu, ayrıca övünülecek bir hakikattır.
Şu son zamanlarda biraz sıkça duyup işittiğimize göre ise:
Bir kısım dil ve edebiyat öğretmenleri de varmış ki bunlar, maalesef, yaptıkları vazifenin mukaddesliğini idraktan uzak bırakılmışlar. Bize gelen şikayetler onlardandır.
Bunlar:
1- Çocuklara uydurma kelimeleri hatta kelime uydurmayı (!) tavsiye ediyorlarmış!
2- AHA gbi, Ermenice, ÖRNEĞİN gibi Ermenice bozması kelimeleri kullanın, bunlar halkların (!) sözcükleridir, diyorlarmış.
3- Kompozisyon vazifelerini, analarından, babalarından öğrendikleri dille yazan çocukların notlarını kırıyorlarmış.
4- Türk Edebiyatı'nın tarih boyunca yetiştirdiği büyükleri, ya bir kalemde geçiyor, yahut onların aleyhinde bulunuyor, dilleri ve sanatlarıyla alay ediyorlarmış.
5- Onlara göre, GÖKTÜRK KİTABELERİ, birer barbarlık nümunesi; DEDE KORKUT HİKAYELERİ, BAŞ KESME, KAN DÖKME edebiyatı; NEVAİ ve FUZULİ Acem şairi; BAKİ ve NEDİM Arapça söyleyenler; NAMIK KEMAL ve HAMİD, artık okunmazlar; Mehmet Akif ERSOY softa ve Yahya Kemal BEYATLI gerici imiş.
6- Derslerde fırsat buldukça mevhum bir emperyalizmin aleyhinde bulunuyor; güya humaniste parçalar üzerinde duruyor; eski Türklüğü ve Batı milletlerini bu yönden kötülüyor; yalnız Rusların aleyhinde bulunmuyorlarmış.
Gerisini saymıyorum. Yalnız, yanlış anlaşılmasın. Bu olanlar, Bulgaristan'da, Ramanya'da, Macaristan ve Türkistan gibi, Rus esareti altında örselenen yerlerde değil çok yakında, en yakında, Türkiye'nin içinde oluyormuş.
Bu yolda, maksatlı ve VAZİFELİ (kişi) lerin bütün bu yaptıkları ve yapacakları şeyler, önce Milli Eğitim Bakanlığımızın bunlara müsamaha etmeyecek kültür ve karakterdeki insanları vazife başına getirmesiyle önlenir; milli şuura sahip maarif elemanlarının gösterecekleri hassasiyetle yoluna girer.
Yine böyle (kişi) lerin yaptıklarına kapılıp da bilmeyerek aynı yola sapanların ise bilmeleri gereken bazı noktalar vardır:
Bir kere, tamamıyla ilim heyetlerince müzakere edilebilecek, akademik bir mes'eli olan, kelimelerimizin Türkçe olup olmadıkları bahislerini orta okul ve lise sınıflarına getirmek yanlıştır. Nice kelimenin hangi kökten olduğunu bilmekte dil cemiyetlerimizin bile şiddetle yanıldıkları ve birçok Moğolca, Çince, Farsça ve Ermenice sözü Türkçe sayıp millete kabul ettirmeğe kalktıkları meydandadır.
Bir milletin kullandığı kelimeler üzerinde şüphe ve tereddüd uyandırmak, çocuklarımızın Türkçe'ye itimadını sarsar, dil sevgilerini ve dile karşı imanlarını öldürür.
Köksüz, tarihsiz, ahenksiz ve çok geçmeden birer birer dökülecek uydurma kelimeler ise, onları, milli mazilerinden ve milli kültürlerinden uzaklaştırır; bur nevi dil ve kültür öksüzü yapar.
Türk edebiyatının tarih boyunca yetiştirdiği bunca büyük edibi, bir kalemde çizip de yerlerine günün yazarlarını koymak, büsbütün ilim dışı, ölçü dışı ve vazife dışı, yanlış harekettir.
Günün MODASI'NA uyacağız diye, GÖKTÜRK KİTABELERİ'NDEN, DEDE KORKUT HİKAYELERİ'NDEN, YUNUS'DAN, FUZULİ'DEN, HAMİD'DEN, AKİF'DEN, YAHYA KEMAL ve benzerlerinden saat çalmaya hiç kimsenin hakkı ve salahiyeti yoktur. Bunlardan çalınacak her dakika, Türk edebiyatının, milli vicdanı yaratmış ve milletçe kabul edilmiş büyüklerinden çalınmış bir hak demektir.
Düşünülmelidir ki mekteplerde sınıf'lar yani CLASSE'LAR vardır. Bütün dünya sınıflarında bunun için klasik yazarlar ve klasik eserler okutulur. Bunlar kültür ve sanat efkar-ı umumiyesinin, zaman içinde, birinci sınıf muharrir tanıyıp "EVET" dediği değerlerdir. Bunların dışında, onlardan ÇALINAN zamanı başkalarına vermek ve Türk çocuklarına kendi edebiyatlarının mutlaka bilmeleri gereken değerlerini, ya hiç öğretmemek yahut üstünkörü geçmek, tam bir vazife su-i istimalidir.
Bugün, ancak onları anlayabildiğimiz için, yahut, şu veya bu teşekküller tarafından bize onlar tavsiye edildiği için çocuklarımıza okuttuğumuz nice imzanın yarını tamamıyla meçhuldür. Onlar, MODA imzalardır ve zaman, onlar hakkında çocuklarımıza söylediklerimizi tamamıyla yanlış çıkarabilir. Halbuki hocalıkta bir meslek haysiyeti ve bir milli mes'uliyet duygusuyla gözetilecek çok mühim bir husus vardır: Çocuklarımıza verdiğimiz bilgiler o bilgilar olmalıdır ki, değil yarın veya öbür gün; değil bir sene veya on sene sonra, hatta asırlarca sonra yanlış çıkmamalıdır. Bunun aksi, bir gün her şeyin doğrusunu öğrenebilecek yaşa ve seviyeye gelen çocuk nazarında hocayı da hocalığı da haysiyetsiz durumlara düşürür.
Maksat, çocukları aktüalite ile meşgul etmek ise, bunu daha ortaokullardan başlayarak, İYİ YETİŞTİRİLMİŞ her çocuk, hatta hocasından daha iyi başarır. Çünkü aktüalite onun, içinde yaşadığı, sinema gibi, tiyatro gibi, yarışlar, maçlar ve gazeteler gibi, onların kendi alemleri meselesidir. Biz onlara bu alemleri anlama ve onlardan faydalanma bilgisini verelim, gerisini onlar daha iyi başarırlar. Ve eğer günümüzün yazarları içinde yarına kalabilecekler çıkarsa, onlar da SINIF'LARA, sıraları geldiği zaman, yani YARIN girerler.
Burada bir kısım genç öğretmenlerimizin haklı oldukları nokta, yetiştikleri müesseselerde kendilerine DOĞRU'NUN değil, YANLIŞ'IN öğretilmiş olmasıdır. Çünkü onlar, DOĞRU yerine YANLIŞ'IN öğretilmiş olmasıdır. Çünkü onlar, DOĞRU yerine YANLIŞ öğretilen bir BEYİN YIKAMA rejimi içinde yetişenlerdendir. Yapılacak iş, kendilerine inanılacak insanlar bulup onlara danışmaktır.
Türk Maarifinin muhtelif kademelerinde henüz doğruyu söylemeğe devam edenler vardır. Biz, İstanbul çapında bir misal olarak, Edebiyat Fakültemizin Türkoloji bölümündeki bir kızım dil ve edebiyat doçent ve profesörlerin DOĞRU YOLDA olduklarını iftiharla söyleyebiliriz. Bu misali Ankara ve Erzurum'a doğru genişletmek elbette mümkündür.
Edebiyat hocalığı o hocalıktır ki insan, eğer çok fena yaratılmamışsa, milletinin çocuklarına yine milletinin dilini ve edebiyatını öğretmekteki büyük hazzı duymaya başladı mı, ruhu, her gün biraz daha olgunlaşır. Çocuklarına aktaracağı her bilgi, her duygu ve her düşünce, onu ister istemez, milletinin şiirine, kültürüne ve san'atına derin bağlarla bağlar. Başlangıçta ne yapmış, hangi yanlışa sapmış olursa olsun, bir gün, eski Şark, bilhassa Türk dervişleri gibi, BÜYÜK HAKİKAT'E ulaşabilir.
Biz vatanımızın bütün dil ve edebiyat öğretmenlerinin, ergeç bu hakikate ereceklerine inanıyoruz. Onlar, bu milletin, ama bu milletin okuyan insanları, düşünen kafaları ve çarpan gönülleri olarak bir gün en güzel ve en doğru yolda zaferle yürüyeceklerdir.
Yukarıda yazmış olduğum yazı: TÜRKÇENİN SIRLARI-Nihad Sami BANARLI- 1972-Bu eser, İstanbul Fetih Cemiyeti'nin 66. İstanbul Akademi Enstitüsü'nün 53. kitabıdır. Sayfa: 244-245-246-247-248-249'dan bizzat tarafımdan dikte edilerek yazılmıştır. Bu kitabı 17 Temmuz 1975 tarihinde Gedikpaşa-Kubbealtı Akademi Enstitüsü'nden 25liraya almıştım. O zamanlar Beyoğlu Vergi Dairesinde Yoklama Memuru olarak görev yapıyordum. Aynı zamanda Kubbealtındaki Kemal BATANAY ve Yusuf ÖMÜRLÜ'NÜN yönettiği Klasik Türka Musıkisi Korosuna devam ediyordum. Emin DEĞİRMENCİ (Udi, bestekar) Emeklide yaşayan: BAĞLANTISIZ; BAĞIMSIZ ve TARAFSIZ olarak yaşayan insan gibi bir insan olamaya çalışıyorum. Bu yazılarımla gençlere iyi ve doğru olan kitapları okumalarını tavsiye ediyorum. Elbette ki kötü kitap olmadan; iyi kitabın değeri anlaşılamaz. Lütfen okuduğunuz kitabı seçerken edebiyat öğretmenlerinize sorunuz. Ben Emin DEĞİRMENCİ olarak emin olun yazar değilim. Bütün günümü ve zamanımı Notalara bakarak Peşrevlerimizi ve Saz Semailerimizi udumla icra ediyorum. Ve bu yapmış olduğum videoları YouTube'da yayınlıyorum. Yazarlık o kadar da kolay bir uğraş değildir. Onun için öğrencilerime ve sanal alemdeki yazarlarımıza tavsiyem şudur: Kaliminizi sizi hapse düşürecek bir şekilde kullanmayınız. Bu bakımdan yazacağınız bir kilemenin bile nerelere gittiğini çok iyi düşünün. "BEYAZ KAĞIDA YAZILAN BİR KELİME, KİMİLERİNİ SEVİNDİRİR; BAZILARINI İSE AĞLATIR!" 2013-2014 Eğitim ve Öğretim yılında Sayın Öğretmenlerimize ve sevgili öğrencilerimize sonsuz başarılar getirmesini temenni ederim. Emin DEĞİRMENCİ 16.09.2013

KELİMENİN TADI_02: "KÖŞE"

KELİMENİN TADI_02: "KÖŞE": Bizim dil hengamemizde işlenen suç, Türkçe'yi yalnız TÜRKİYE TOPRAKLARINDA dokuz asır işlenmiş bir dil olmaktan kopararak fakir bırakmamızdır. "Ne diye üzülüyorsunuz? Bir tek SÖZCÜK atıyor, yerine yenisini oturtuyoruz; bunda dilin ne ziyanı var?" sözü, ilk bakışta tehlikeli değildir, hatta saf Türkçe sevgimizi destekler.
Ne var ki Türkçe, bir mecazlar ve cinaslar lisanıdır. Onda her kelimenin birçok manası olmuş, her kelime birçok başka sözle birleşerek, zengin bir mana alemi, bir kelime ailesi kurmuştur. Türkçeden, Türkçe veya Türkçeleşmiş bir kelime atmak çok kere bir kabile halkını toptan öldürmek kadar kabarık sayıda bir harcayıştır.
Köşe kelimesi de böyledir: Bu kelime dilimize Farisiden gelmiştir. Aslı, Acemcede GUUŞE sesiyle söylenirdi. Ancak Türk halkı kelimeleri manalarına göre seslendirmeyi sever. GUUŞE, koşe'nin keskin dönemecini hiç de belirtemeyen, adeta YUVARLAK sesli bir söz... Sesi ile manası uyuşamıyor. Bu sebeple halk dili, onu KÖŞE keskinliği içinde Türkçeleştirdi.
Sonra bu kelime ile bir dil ve mana ailesi yarattı:
KÖŞE'Yİ, BAŞ'LA birleştirerek, KÖŞEBAŞI terkibini söyledi ve BAŞ KÖŞE diyerek odalarda, salonlardı büyük'lere bir yer ayırdı. Onu KAPMAK masdarıyla birleştirerek KÖŞE KAPMAK, KÖŞE KAPMACA OYNAMAK deyimleri yaptı; ÇEKİLMEK'LE kaynaştırıp bir KÖŞEYE ÇEKİLME'SİNİ bildi. Yahut, GEÇMEK'LE, KURULMAK'LA anlaştırarak, KÖŞEYE GEÇMEK, KÖŞEYE KURULMAK deyimlerini buldu.
Not: "Bir de çok güzel bir tekerleme var bunu ben Emin DEĞİRMECİ bu satırlara yazmakla bahtiyarım"
BOĞUMLANMA ALIŞTIRMASI:
ŞU KÖŞE YAZ KÖŞESİ
ŞU KÖŞE KIŞ KÖŞESİ
ORTADA SU ŞİŞESİ
ŞİŞ ŞİŞEYİ ŞİŞLEMİŞ
ŞİŞE KEŞİŞE KİŞ DEMİŞ.
Müselles için, ÜÇ KÖŞELİ, murabba' için DÖRT KÖŞELİ, müseddes için ALTI KÖŞELİ karşılığını yine halkımız bulmuştu, biz aydınlar (!) beğenmedik; ÜÇKEN, DÖRTKEN, ALTIGEN demeyi, daha ahenkli sandık.
Vurdumduymazlıkla irileşmiş, ruhu ve vücudu şişmanmamış kimselere DÖRT KÖŞE olmuş diyerek, kelimelerle karikatür yapan da halkımızdır. Duvarcılıkta, köşeler için yontulan taşlara KÖŞETAŞI adını da o vermiştir. Sevdiklerini, çocuklarını, CİĞERİMİN KÖŞESİ! heyecanıyla yine o sevdi.
Ev, oda, sofa köşelerinin döşemesinde kullandığı sedire, kanapeye KÖŞELİK adı koydu; sokaklarda KÖŞEBAŞLARI'NDAKİ boyalara bakarak, MAVİ KÖŞE, YEŞİL KÖŞE tariflerini buldu.
KÖŞEDE KALMAK, KÖŞEDE BUCAKTA KALMAK, KÖŞEDE BUCAKTA ARAMAK, akşamları eve dönünce rahat ettiği ev bucağına BENİM KÖŞEM diyerekten ısınmak; eğer bu bir yazarsa, gazetesinin, her gün KENDİ KÖŞESİNDE yazmak; nice girift, yuvarlak veya KÖŞELİ hadiselere KÖŞE PENCERESİ'NDEN bakmak; bir büyük hükümdara: "DÜNYANIN HER KÖŞESİNDE SENİN ADIN VAR!" diye seslenmek, sonra, Farisiden gelmiştir diye KÖŞE kelimesini BİR KÖŞEYE ATMAK; yerine BECEK yahut BÜKEK ya da BÜKEÇ gibi bir söz oturtup uzun zaman bütün bunlarsız kalmak...
ORTAASYA TÜRKÇESİ'NİN başına gelenleri elbette biliyoruz; fakat, TÜRKİYE TÜRKÇESİ, senin kaderin böyle mi olmalıydı?
NOT: TÜRKÇENİN SIRLARI-Nihad Sami BANARLI-Sayfa: 130-131'den bizzat tarafımdan aynen dikte edilmiştir. Emin DEĞİRMENCİ 17 Eylül 2013-Salı Saat 17.04

KELİMENİN TADI_02: ELİF...GÜL...ANKARA...

KELİMENİN TADI_02: ELİF...GÜL...ANKARA...: Kelimeler, her zaman ve her vesileyle belirtildiği gibi, birer canlı varlıktır; doğarlar, yaşarlar, çok kere, çok uzun ömürlü olurlar, vefalı milletlerin dilinde ölmez bir sevgiye, adeta ölümsüz bir hayata kavuşurlar. Yine canlı varlıklar gibi, zamanla, onların da seslerinde, manalarında, şekillerinde değişmeler, güzelleşip çirkinleşmeler olur. Bazan da yeni bir zevk, bir mana ve bir musıki aşısı ile, ufak veya büyük ölçüde tazelenir, adeta yeniden doğar ve yaşarlar. Vakitleri, zamanları gelince de tabii bir ölümle ölürler, dil ve edebiyat tarihinin derinliklerine gömülürler; kitaplardan, sahifelerden kabirlerinde edebi istirahatlerine dalarlar.
Yaşadıkları tarihlerde insanlara gönül ürperişleri vermiş, onların duymaları, düşünmeleri, sevmeleri, sevişmeleri öğrenip yükselmeleri tarihine hizmet etmiş olmanın huzuru ve tesellisi içinde, bu kelimeler, huzur içinde uyurlar. Yine yaşadıkları zaman, insanlığa büyük hizmetler görmüş milli veya milletlerarası kahramanlar gibi, aradabir hatırlandıkları, saklandıkları yerden çıkarak anıldıkları, tarih, hele edebiyat tarihi meraklılarının dillerinde ve zevklerinde canlandıkları olur. Fakat bu bir diriliş değil, çok kere, bir hatırlanıştır.
Kelimeler, bazan da ANADOLU, İSTANBUL, YILDIRIM, BARBAROS, GÜL, BÜLBÜL, PARİS, BERLİN v.b. adları gibi ebedileşir, abıhayat içmiş gibi artık ölmez kelimeler olurlar.
Bu sebepledir ki: Kelimeleri vaktinden evvel öldürmek, genç bir insan öldürmek kadar kanlı bir cinayettir. Kelimelerin yaşama haklarını, insanların yaşama hakları kadar mukaddes ve muhterem sayanlar, insanlar içinde en az barbar veya en çok medeni olanlardır.
Kelimelerin tıpkı insanlar gibi, vatanları, milletleri vardır. GANJ kelimesi Hindistanlı, TANRIDAĞI Türkistanlı; PARİS, Fransalı ve İSTANBUL, Türkiyelidir. Kelimelerin çoğu, bir milletin diline çok kere başka dillerden gelip millileşirler; MUHAMMED (S.A.S) adının MEHMEDCİK oluşu gibi, bir milletin timsali, varlığının tunçtan heykeli ve bir HÜR YAŞAMA neş'esinin tesellisi olurlar. Bu millileşme, başlıbaşına engin bir dil, bir tarih ve bir medeniyet hadisesidir. İSTANBUL, Arab kuşatması çağında İSTİNPOLİ idi. Türk milleti bu beldeyi alınca tamamıyla İSTANBUL'LAŞTI, daha önceleri BİZANS'TI, bugün her şeyden, hepimizden ziyade TÜRK'TÜR.
Anadolu'da nice narin yapılı Türk kızlarının adı ELİF'DİR. Bu kelime Fenike dilinde ALEPH sesiyle, öküz demekti. Yunan alfabesinin ilk harfi, ALFA, adını bu öküzün kafasından almıştır. Aynı harf ve kelime Arabçada ELİF oldu. Bu, şekil bakımından, ince ve uzun bir çizgi idi ki ALLAH adının da yazılışı onunla başlıyordu. Türklerin elinde ELİF, hem bir çiziliş güzelliğiyle bir sanat şahaseri çehresine büründü, hem ELİF hecesinin biraz daha ince ve uzun söylenişiyle inceldi, hem de Türk kızlarının vücut güzelliklerini hayal ettiren, milli bir isim oldu. ALFA Yunanca fakat ELİF Türkçedir. Bugün en yeni aydınların şiirinde ve en yeni şehir kızlarının adlarında yankılanan bu isim, onun, manasıyla da ses güzelliğiyle de Türk zevki tarafından ne ölçüde binimsendiğini gösterir.
ÇİÇEK isimleri de böyledir.Türkçenin Acemce GUL sesine verdiği GÜL incelişinden bu kitapta çok bahsettik. Türkçede GÜL, gülün güzelliği kadar engin bir dil ve sanat hadisesidir. Ahmed HAŞİM'İN
GÜLLER GİBİ... SONSUZ, İRİ GÜLLER,
GÜLLER Kİ KAMIŞTAN DAHA NALAN
mısralarında ve Yahya Kemal BEYATLI'NIN:
MEHTAB, İRİ GÜLLER VE SENİN EN GÜZEL AKSİN,
VELHASIL O RÜ'YA DURUYOR YERLİ YERİNDE.
musıkisinde, güller, TÜRKÇE AĞZIMDA ANNEMİN SÜTÜDÜR diyen bu şairin anne sütü kadar Türkçedir. Acemce LALE'NİN bugün Türkçenin hem de Türk süsleme sanatının tamamıyla milli bir unsuru oluşu, yine Acemce SERV kelimesinin Türk dilinde ve Türk kızlarının adında aldığı SELVİ sesi, şekliyle de manasıyla da bir milli sanat çizgisidir. EMRAH ile SELVİ HAN adlı halis Türk hikayesindeki güzel sevgili, Karacaoğlan'ın DELİ GÖNÜL ABDAL OLMUŞ-GEZER ELİF, ELİF DİYE mısralarındaki ELİF kadar halis Türk kızıdır.
VATAN İSİMLERİ de böyledir. Bizim dokuz asırdan beri fethettiğimiz Anadolu'nun, Rumeli'nin nice yer ve şehir adları, milletimiz tarafından değiştirilmemiş, milileştirilmiştir. Bunların başında Yunanca ANATOLOS kelimesinden Türkçeleşmiş ve anneleşmiş ANADOLU kelimesi şahlanır. Türkiye'nin bugünkü başşehri ANKARA adı, türlü türlü bilgilere göre, Yunanca HIYAR manasındaki ANGURİ kelimesinden yahut Ermenice arızalı (toprak) demek olan ANKUR sözünden değil de, eski medeniyetlerde zafer alameti olarak kullanılan ÇAPA manasındaki ANKER sözünden gelmiş, tarihte bu şehre, ANCYRE, ANKYRA, ENGÜRİ v.b. gibi türlü adlar verilmiştir. Fakat Türkler ona şimdi ANKARA diyorlar, bu ad, bu sesiyle asrımızda Milletlerarası bir şöhret kazandı. O kadar ki ANKARA adı, şimdi Gök-Türkler'in ÖTÜKEN'İ kadar Türkçedir.
Türk halkının SALANİKOS adlı Yunan şehrine SELANİK dediği, AYA-NİKOLA adını da İNEGÖL diye, tam bir dil ve söyleyiş dehasıyla Türkçeleştirdiği, bu sayfalarda, ne kadar çok söylendi; ve Türkçede bu misaller daha ne kadar çoktur.
Kelimeler, o kadar hayatımıza işlemiş, o kadar canımız,kanımız, dimağımız haline gelmiştir ki insanlar artık kelimelerle duyar, kelimelerle düşünür olmuşlardır. Bunun için dillerde hisleri seslendiren sözler, yani DUYAN KELİMELER ve felsefe terimleri haline gelmiş DÜŞÜNEN KELİMELER vardır. Daha önemlisi, insanlar ister iki insan arasındaki aşk olsun, ister daha başka sevgiler için olsun duydukları hicranı ve heyecanı bu kelimelerle söyler, kelimelerle sevişirler. Anne sevgisi, bayrak sevgisi, vatan veya insanlık sevgisi ve sevgilerin en yaygını AŞK, gerçek olduğu zaman, birer boş kelime değil, içi altınla doldurulmuş birer cevher kelimedir.
Kelimeler, milletlerarası yakınlaşmalarda yalnız bir milletin değil, bütün insanlığın birbirini sevmesi manasındaki beşeri olgunlukta bir anlaşma vazifesi görürler. Fakat kelimeler aynı ölçüde birer milli hatıradırlar.
Bir tarih boyunca coğrafyanın nice ülkelerinde vatanlar elde etmiş, İmparatorluklar kurmuş, büyük milletler için kelimeler, bu dünya hakimiyeti çağlarının zafer ve iftihar hatıralarıdır. Bunun içindir ki bir zamanlar dünyanın beş kıt'asında hakimiyet kurmuş İNGİLİZLER, BAHTİYARDIR O İNGİLİZCE Kİ ONDA HER DİLDEN KELİME VARDIR, diyorlar. Bu, yüzde yetmiş beşi İngilizce olmayan fakat yüzde yüzü halis İngiliz ağzıyla söylenen büyük bir dilin hakim olduğu her kıt'adan anavatana ve anadile taşıdığı kelimeleşmiş zafer, şeref ve servet değerleriyle yüklü oluşunun ifadesidir.
TÜRKÇENİN SIRLARI-Sayfa: 205-206-207-208-209'dan bizzat tarafımdan dikte edilmiştir.
Emin DEĞİRMENCİ-17.09.2013-Salı